Krasuss Mesaj tarihi: Ocak 4, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 4, 2005 Yunanlıların Afrodit, Latinlerin Venüs dedikleri ölümsüzlerin en güzeli "Aşk ve Güzellik Tanrıçası" önceleri Işık İlahesi sayılırdı. Bu hal, yani onun Işık Tanrıçası olarak tanınması, yalnız onun, gökyüzünde çeşit çeşit ihtişamlarla kendisini göstermesinden ötürü değildi. Işık, yeryüzünde de hayatın ve çoğalmanın başlıca sebebi idi. Gerçekten gökyüzünün açıklığı , sükunet ve tatlılığı içinde yeryüzüne yayılan Tanrısal ışık olmasaydı, rengini tanyerinin kızıllığından alan güller açar mıydı? Eğer ışık olmasaydı, ilkbaharlarda ağaçlara su yürüyerek , ormanların sık saçları yeniden biter miydi? Eğer ışık olmasaydı, hayat olur muydu? Işık olmasaydı, pembe yüzlü şafak olmayacaktı, insanın içine rahatlık döken, ruhu avutan bulutsuz gökyüzünün letafeti bulunmayacaktı. İşte, yeryüzünün ve gökyüzünün bütün ihtişamına ve güzelliğine ışık sebep olduğu için zamanla "Işık İlahesi" , "Güzellik Tanrıçası" oldu. Güzel olan her şeyi, aşk ilham etmez mi; güzellerin güzeli olan, Afrodit de bu yüzden yalnız Güzellik Tanrıçası oldu. AFRODİT'İN DOĞUŞU Tatlı Gülüşlü Afrodit, dalgaların köpüğünden doğdu. Bu doğuş şu şekilde oldu: Bir ilkbahar günü, sema bulutsuz ve berrak idi. Bütün yeryüzü taze çimenlerle kaplanmış, ağaçlar çiçek açmaya başlamıştı. Havada kokulu bir rüzgar esiyordu. Kuşlar neşeli ötüşleriyle ilkbaharı selamlıyordu. İşte böyle bir ilkbahar gününde, beyaz ve lekesiz gümüş deniz üzerinde hasıl olan dalgalar, Kıbrıs adasının kıyılarına hafif hafif çarpıyordu. Birdenbire köpüklü beyaz bir dalga kalktı, geldi, sahile çarptı. Oraya yosundan hoş ve yumuşak bir döşek bıraktı. Bu tabii döşekte çıplak bir kız yatıyordu. Bu kız, göklerde , yerlerde ,denizlerde ne kadar güzel peri kızları varsa, onların hepsinden hatta Olympos'taki Tanrıçalardan bile güzeldi. Bu eşsiz güzel bakire kimdi , nereden gelmişti? O dalgaların köpüğünden yaratılan, tatlı gülüşlü, güzeller güzeli Afrodit idi. Zephyros'un taze nefsi, hışıldayan dalgalar üzerinde , bir sedef kabuğu içinde onu uzun zaman denizde gezdirmişti. Sonra sahile gelince sedefin iki kabuğu açılmış, oradan bu güzel kız çıkarak kumlar üzerindeki yosun döşeğe uzanmıştı. Afrodit , bu deniz beşiğinden çıktı. Karaya ayak bastı. Kumsalda yürüdükçe, nazik ayaklarının bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu. Oğlu Eros ve aşkın ayrılmaz esiri olan " Kahkaha" lar. Himeroslar( Arzu Tanrıçaları) , onunla beraber idiler. Zaman Tanrıçaları olan " Horalar (saatlar)" , onu karşıladılar, güzel vücudundan akan tuzlu deniz sularını kuruladılar; kumral saçlarını ördüler, ışık elbiselerle onu süslediler, başına da altın bir taç koydular, kulaklarına kıymetli taşlardan küpeler taktılar, fildişi gibi beyaz olan boynuna ve göğsünün üstüne kıvılcımlar saçan kolyeler bağladılar. Süslenmesi bitince , iyi kalpli Hora'lar, beyaz iki güvercin çektiği bir şar getirdiler. Afrodit'i , bu şara bindirdiler ve ölümsüzlerin diyarına uçurdular. Onun göz kamaştıran güzelliği karşısından, Olympos'ta Zeus'un sarayında toplantı halinde bulunan bütün tanrılar şaşırdılar, ayağa kalktılar, onu yeni bir Tanrıça sıfatıyla selamladılar, ona hoş geldin dediler ve yüksek bir tahta oturttular. O zamanlardan beri Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit, mutlu Olympos'ta Tanrılar arasında yerini aldı ve hükmünü yürütmeye başladı. Gözlerinin latif parıltısı , ilahi tebessümü, güzelliği jestlerinin ahenkli oluşu, tanrılar için bir hayranlık ve neşe kaynağı oldu. Onun yüksek, eşsiz güzelliği karşısında ölümsüzlerin gözleri okşandı; gönülleri aydınlandı. GÜZELLİK YARIŞMASI Yeni doğan ve eşsiz bir güzelliğe malik olan Afrodit'nin ölümsüzler arasına katılıp, Tanrıçalık tahtına çıkması, pek de kolay olmadı. Bazı Tanrılar, bilhassa Tanrıçalar , onun güzelliğini çekemediler. Hera ile Athena; Afrodit kadar kendilerinin de güzel olduklarını iddiaya kalkıştılar. Bir gün Tanrılar bir ziyafete hazır bulunurken ," Eris" -" Nifak" görünmeden Olimpos'a girdi. Tanrıların bir kısmı içiyor, bir kısmı Apollon'un lirine ahenkli şarkılarıyla iştirak eden Musa'ları dinliyorlardı. Nektarın verdiği ilahi neşe ve musikinin ruhu sarhoş eden güzelliği ile kendilerini unutmuş olan Tanrıların, bu durumlarından faydalanan melun " Eris" üzerinde " En güzel Tanrıçaya" yazısı bulunan güzel bir elmayı masanın ortasına attı. Hera, hemen elmayı kaptı fakat, Athena il Afrodit bağırarak itiraz ettiler ve bu meselede Zeus'un hakemliğini istediler. Bu nazik bir iş idi. Tanrıların en büyüğü Zeus; ne karısını , ne de Afrodit'i darıltmak istemiyordu. Bu zor durumdan şunları söyleyerek sıyrıldı, çıktı: "Tanrıçalar, ben üçünüzü de aynı derecede seviyorum, birinizi öbürlerinizden ayırt edemem. Bu nazik meseleyi halletmek için hemen İda (Bugünkü Kazdağı) dağına gidiniz, orada, Paris adında bir çoban, sürüsünü gütmektedir, onun yanına varınız, hakem olarak onu seçtim. Çünkü onun, zevkine , bilgisine, yiğitliğine güvenim vardır. Haydi Hermes, sen şu elmayı al, üç Tanrıçalarla birlikte İda dağına in ve güzel ç Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar