Spidee Mesaj tarihi: Eylül 17, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 17, 2004 Yaşayan herhangi bir varlığın içine ürperti salabilecek kadar tiz bir çığlık ayın pencereden sızan soğuk ışığını titretti. Yıllar gibi gelen üç dakika boyunca sessizliğin sesi soğuk taş odada yankılandı. Ardından o sükuneti bozan bir çığlık daha , ama bu sefer acının değil umutsuzluğun notalarını çalıyordu. Bir daha o topraklarda o derece korkunç bir çığlık duyulmadı. Yarım saat kadar tahmin ettiği bir süre önce şu anda oturduğu saman yığınının üzerinde taş hücreye hükmeden gizemli azameti ile oturan kadını bir daha görmeyecekti. En azından kendisi öyle zannediyordu. Son zamanlarda çok sık uğramayan bilinci yerine gelmişti. Biraz güçlenmiş olmalıydı ya da bilinci son bir kez çırpınmaktaydı. Kafasında cevap bekleyen milyonlarca soru bağırıp çağırıyor, düşünmesine imkan tanımıyordu . Baskın bir ses "Ben neredeyim, buraya nasıl geldim" diyordu. Fakat aniden bütün gürültüyü yaran bir çığlık diğer soruların arasından sahneye çıktı; "Ben kimim!" Şimdi durum çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Kim olduğunu dahi bilmezken buraya nasıl geldiği sorusu birşey ifade etmiyordu. "Belki hep burada yaşadım, daha önce neredeydim ki ?". Baltanın kökünden ayırdığı bir ağacın pes edişini andıran bir ses kafasını sorularından kaldırmasına neden oldu. Geçen gece çığlıkların geldiği yönden gelmişti gümbürtü. Gerçi burada hep gece idi, güneşi unutalı çok olmuştu. Samanların içine iyice gömülmüş, sanki dünyanın merkeziymişcesine dar taş kulenin kapısına gözlerini dikmişti. Toprağın ezilmesinin çıkardığı ses kanını donduruyordu. Kapının anahtar deliğinde bir tutam anahtarın birbirine çarpmasının çıkardığı ses eşliğinde iki tok klik sesi duyuldu. Kapı kulakları tırmalayan bir gıcırtı ile açıldı. Karanlıktaki iki silüet tam olarak seçilmese de orta boylu oldukları belliydi. Kafasını dizlerine gömdü. Odada dolaşan gıcırtı sesi demir kapının taş duvara çarpmasının çıkardığı ses ile son buldu. Ayıldığında kara cübbeli adamlardan birinin sert bir cisim ile vurduğu şakağı patlayacakmış hissi veriyordu. Gözleri bağlı, elleri arkasından uzun, kütük gibi bir şeye kelepçelenmişti. Kelepçenin paslı köşeleri bileklerini kesmiş, kanayan yerleri sızlatıyordu. Göz bağlarının açıklıklarından dışarısı hayal meyal seçilebiliyordu. Ayaklarının altında saman, dal, çalı parçaları duruyor, keskin bir gaz kokusu beynine kadar ulaşıyordu. Etrafını saran bir sıcaklık alnından ter damlalarının süzülmesine neden oluyor, içine çektiği hava ciğerlerini yakıyordu. Sonsuz karanlığı göz bağının altındaki açıklıktan görülen sıcak renkler ile bozuluyordu. Sıcak. Daha çok sıcak. Düşüncelerinden sıyrılıp etrafı dinlemeye başladığında olağan olmayan bir fısıltı duydu. Fısıltı üzerine konsantre oldukça bir gürültüye, ardından bir kargaşaya dönüştü, sanki milyonlarca insan acı içerisinde bağırıyor, ona yardım etmesi için yalvarıyordu. Kanını donduran çığlıkları savuşturmak istercesine başını sağa sola salladı. Bu sese daha fazla tahammül edemezdi, deliriyordu. Kelepçelerinden kurtulmak için çırpınırken kendisine yaklaşan ayak sesileri ile irkildi. Soğuk ve nemli bir el boğazından yakaladı ve göz bağını çözdü. Hayatında hiç böyle birşey görmemişti, baktığı cübbe sonsuz bir karanlığı sarıyordu. Ne bir göz, ne bir ağız, hiçbirşey. Bütün etrafını çevreleyen bir karanlık aurasının altında donup kalmış, sadece olmayan surata bakabiliyordu. Karanlık kendisinden uzaklaşmaya başladığında içerisinde bulunduğu avlunun sıradışılığı kafasının içerisinde bir şimşek gibi çaktı. Dipsiz uçurumlarla çevrelenmiş ve karaya tek bağlantısı önünde gördüğü mermer yol olan bir adacıkta duruyordu. Uçurumun sonsuzluğu hem bütün renkler ile hem de zifiri bir karanlıkla çevrelenmişti. Eğer şu son zamanlarda bir parça aklı kaldıysa onu da az önce yitirmişti. Rengarenk bir karanlık onu çağırıyordu. Elini onu çağıran karanlığa doğru uzattı. Fakat! Az önce elleri kelepçeliydi, yoksa o mu yanlış hatırlıyordu? Ne kelepçe, ne bağlı olduğu kütük ne de başka birşey vardı. Sadece karanlık. Kendisini çağıran karanlığa birkez daha baktı, muazzam bir irade onu kendine doğru çekiyordu. İtiraz etmeye tenezzül bile etmedi. Yeni efendisine teslim oldu. "Geliyorum". Uçsuz bucaksız karanlığın içerisinde sadece bir nokta idi. Sanki hayatı boyunca hep düşmüştü, öncesi hiç olmamıştı, ne de sonrası olacaktı. Gözlerini kapadı, olmayan bir gelecek için karanlığın onu kendine katmasına izin verdi. Yazının orjinali Linkdeki yazının hemen sol üst köşesinde ise baygın ve masum bakışlı bir resmimi bulabilirsiniz :)[signature][hline]Try not! Do ... or do not Hey you Don't tell me there's no hope at all Together we stand divided we fall Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar