horacegoesskiing Mesaj tarihi: Temmuz 13, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 13, 2004 Kimini takılı bulduğum kimini kendi ellerimle taktığım prangalara alıştım. Alışmışım. Alışmak. Daha kötü olabilecek kaç şey var? Çok aslında... Daha rahat beslenmek, daha güvende olmak, belki de sırf keyfi için kafese giren bir kuşun, kafeste olduğunun, özgür olmadığının farkına varması gibi bir durum. Öyle ki kafesin kapısının arada aralanmasına, kaçabilecek fırsatı olmasına rağmen olmadığına kendini inandırıp kaçamayacak kadar ödlekçe bir şey. Belki bu kadar değil belki tam örtüşmüyor ama korkunç. Krokunc da olabilir. Emin olamıyorum. Emin olduğum kaç şey var zaten. Kendimi ne kadar tanıyorum ki kendimle bu kadar sene beraber yaşamış olmama rağmen. Ne oldu. Belirlediğim o ulvi erdemli çizgiler nerede. Katettiğim yolu nasıl katettim. İleri doğru mu geriye mi yoksa hedefin etrafında mı dönüyorum mesafeyi koruyarak... Hayatı yaşamaya değer kılan şeyler ne. Çok şey. Kaç tanesi benim. Benim olan şeyler ne hatta. Ve ben kiminim. Kimlerinim. Kaç tane sahiplik var üzerimde. Özgürlük ne. Ellerime baktığımda gördüklerim parmaklarımın ucundaki keyfi nasırlar ve yumuşak etler. Ne için çalışmış. Değer verdiğim şeylere ne kadar değer vermişim ve bunların ederi neydi aslında. Bilmiyorum. Bilmemek güzel bazen. Ama bilmek isteyince değil. Bilmek isteyip istemediğimi bilmiyorum. Ve bunu da bilmek istediğimden emin değilim. O derece zavallıyım yani. İnsanın kendisine saygısını sağlayan ne. Güzel müzik ne hatta. İstanbul caz festivali ne. Boşa çabalamanın neresinden dönsem kardır, neresinden dönsem zarardır. Zarar neye göre kime göre.. Nereye gidiyorum. Gelecek için çalışıp şimdiyi harcamanın manası var mı gerçekten. Ertelemek... Alışmak işte. Ertelediğim zamanın hakimi olmamak mı bana bu aymazlığı veren. Yoksa saf, katıksız terbiyesizlik ve eşeklik mi. Maddi ve manevi göbek büyütmenin maddi ve manevi rehaveti mi ayağımı tutan. Peki bir yerlere gitmem gerekiyor mu gerçekten. Gerekiyor. Evin içinde bile koşturup göbek eriten kediler bile bilir bunu. Hedefi yok gibi görünse de hedef bir yer değil, sürecin kendisi. Öyle acaip ki. "to get it out of one's system" diye bi laf vardır İngilizcede. Sisteminden çıkarmak. Kullanırlar bunu çekinilecek utanılacak birşey değildir onlar için. Balgam çıkarmak, sıçmak osurmak kusmak gibi birşey yani. Bok yani bildiğin. Kusmuk ya da.. Kusar ve tekrar içersin, vücudun yapabileceğini yapmıştır ve tekrar bozabilirsin artık. Tekrar içebilirsin. Artık o da alışıp limitini arttırana kadar... Alışmak işte. Alışmaktan farklı olan birşey sevmek. Ama hep karıştırırız bunu. Çünkü alışmaya da alışmışızdır... Alışmaya, çalışmaya utanmadan çok gerekmese de böyle kafiyeler filan yapmaya teşneyizdir. Ne kadar öldürebiliriz kendimizi hergün. Kiminle savaşıyoruz bunu yapmak için. Ve ne uğruna?? Kimbilir belki çoğu zaman tam tersi uğruna. Güüya yaşamak uğruna. Güüya yaşatmak uğruna. Kaçımız gözümüzün önündeki perdelerden gerçekten muzdarip. Ve onlardan kaçı kusmuyor bunu. Veya kustuktan sonra da devam ediyor hazımsızlığı. Kaç kişi tedavi etmeye çalışıyor, kaç kişi doktora gitme yürekliliğini gösterip, kaçı onun lafını dinliyor. Kaçı o perhize uyabiliyor. Kaçı atın ölümü arpadan olsun diyor. Neyin uğruna. Kendimizi bile umursamayacak kadar küçük müyüz. Hani büyük değil miydik dünyadan? Çok güzel olacaktı herşey. Ağlamak kimin derdine çare. Ağlamak ne kadar kusmuk? Ne kadar alışmak? Ne kadar gerçek? Ne kadar güzel, ne kadar çirkin? Miktar olarak.. Yazar kendi de anlamamış bize soruyor... Ve o kadar çekiniyor ki birşeylerden arada espri yapmaya çalışıyor öğretmenim... Sevmek güzel birşey. Çok güzel. Güzel olduğu tartışmasız o kadar az şey var ki. Geçmişe bakıyorum anılarımda yaşamış olduğum bir çocuğa. O çocuk ben değilim. Kitaplarda yazan bu sözü söylemek işime gelmiyor, ama artık ben de biliyorum. Ben de yazabilirim birgün bunu bir kitapta. gerçi her zaman yazabilirdim. Kaç yazar bildiklerini yazıyor sanki. Öyle işte. İşte öyle. İşte öyle işte öyle... işte... Ve hepsi bir kusmuk olmaktan öte değil. Nereye kustuğunun da bir önemi yok belki. Kusman gerek ve kus. Sonra kendinden tiksinirsin. Önemli değil. Sonra gülersin kendine kustuğun için. Önemi yok o an kusmalısın. Ne kadar insanca? Kusmak ihtiyaç, peki kusacak hale gelmek? En çok ihtiyaç duyduğum şey utanmak. Kalkmak ve yürümek. Yürümeye ve alışmamaya yavaş yavaş alışmam lazım. Alışmamaya çalışmam lazım gibi iğrenç cümleler filan kurmamam lazım. Tamam belki bu o kadar lazım olmayabilir. Ama bi halt ettikten sonra işi şakaya vurmak hep yapılan birşeydir. Ne zaman bitecek? Sen bitti dediğin zaman... O zaman. Herşey. bitecek. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Eraqrest Mesaj tarihi: Temmuz 14, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 14, 2004 Aklıma ilk önce "noktalama işareti koysana, (?) ve (!) diye bir şey var!" demek geldi. Yazının güzelliğinin, soru işaretleriyle dalgalandırılmayacak kadar tekdüze bir içsesle okuması olduğunu farkettim sonra. Herkes bunalımda zaten bu aralar. Çok güzel olmuş, benim hoşuma gitti. Beğendim ama, şöyle olduğu için güzel diyemiyorum çünkü edebiyattan pek anlamam.[signature][hline]Dilenci: Doğuştan körüm, kimsem yok. Lütfen yardım edin. Şair: Bahar geliyor, ama ben yine göremeyeceğim. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
comfortably_numb Mesaj tarihi: Temmuz 14, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 14, 2004 düşündüklerini bu kadar düzgün yazabilen az yazar vardır..üslup tutnamayanları hatırlattı..fazla özel bir yazı .. kaç kişi anlayabilir ki iç dünyalarımızı.. kendilerine aynı soruları soran insanlar birleşmeli sanırım..daha sonra uzun bir yazı yazıcam bu başlığa yazıylailgili ilgisiz..ama şimdi geç çok. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
bedeviizz Mesaj tarihi: Temmuz 15, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 15, 2004 "...Bilmemek güzel bazen. Ama bilmek isteyince değil..." çok güzel... "Neden" sorusunu sorunca bok oluyor herşey. Olay o "NEDEN"i sormamakta. "NEDEN"ini sorup da "İÇİN"ini söyleyememek, bunu söyleyemeyeceğini bilmek, söyleyemediğini bilip soruyu "NEDEN" hala sorduğunu bilememek, söyleyememeceğini bildiğin soruyu "NEDEN" hala sorduğunu bilmezken yeni bir "NEDEN" cümlesi daha kurmak... Ne gariptir, hepsinin kökü "NE". Herşeyin başladığı o "NE" zamanı. Her arayışın, her bulamayışın, ki bulsan da kendinden sonra bir arayışı yaratan; her hedefin ve her başlangıcın tekrarı olan o NE sorusu... Hemen arkasından da "KİM" sorusu geliyor ki, aha işte büyümüşsün. Yani daha çok boka batmışsın. Yavaş yavaş KİM'leri öğretmeye başlıyorlar. Önce etrafındakiler, sonra sosyal çevre (yani daha etrafındakiler), sonra toplum (daha da etrafındakiler)... Bu KİM'ler, NASIL'la birleşip "KİM'e NASIL davranacağına" geliyor ki zaman: "daha daha etrafımdakiler nasılsınız"ı bile soramıyorsunuz. Çünkü sosyal ilişkiler giriyor işin içine. Sınıfını bileceksin, ona göre soru soracaksın. Hele bir bilme bakalım "Sen KİMsin ki bana NASIL soru sorabiliyorsun"u dakikasında öğretirler adama. "Git, o kafesinde yaşamaya devam et!" diye bir kükreme duyarsın ki, işte en kötü şeye alışmaya başlarsın: "Ödleklik". Ödlekliğin NEDENi, özgürlüğün BEDELini sormamaktır. Ödlekliğin BEDELi, özgürlüğün NEDENini anlamamaktır. Bedel ile Neden'in birbirine oranı ise senin sorunun yanıtını ne kadar almak istemenle orantılıdır. Bu sorunun yanıtını bilmek isteyince, bilememek güzel olmuyor... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Giovanni Mesaj tarihi: Temmuz 15, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 15, 2004 bence düşün düşün boktur işin... Aşırı doğru bir laf bakın sokaktaki bakkal amcaya bu tip şeyleri 1 kez düşünmüş mü acaba? Düşünmediği için de 'fazlalık bir sorun'a sahip değil bizim gibi.[signature][hline]The dreams in which I`m dying are the best I`ve ever had... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar