deja cyrano Mesaj tarihi: Ekim 16, 2009 Paylaş Mesaj tarihi: Ekim 16, 2009 cennete gitmek için ruhunu sattıgında 20 yaşındaydı. sol elinde kenarları kirlenmiş, cam bir bardak ve ucuz hayallerini sattıgı kagıtların arasından, sonbaharın tokatlarıyla ölen yaprakları izliyordu. oturdugu yerden kalkarak, üzerinde darbe izleri olan on dört yıllık tahta kapısını sert bir hareketle kendine dogru çekti. kapı, yarım bir daire şeklinde, arkasındaki şişenin boynunu kırarak açıldı. kimsenin bir cinayete daha vakti yoktu. az önce şişe kırmış bir adamdan beklenmeyecek bir nezaketle, merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. ucu plastik basamaklar, sırtı kırbaçlanan birer köleymişçesine inlerken, o gözlerini sehpanın üstünde duran, teksir makinesinde çogaltılıp zımbalanmış bir sayfalar demetine dikti. üç-beş-sekiz dostuyla giriştigi "ben seni yayınlayayım, sen de beni, parantez" kandırmacasının bu ayki sayısıydı. bir saçmalık oldugunu anlamanız için, zeki olmanız gerekmiyor. evcilik oynayan çocuklar gibi, açtıgınız kapıların akşam yiyeceginiz yemege hiç bir faydası olmadıgını farkediyorsunuz. bir anlık duraklamanın ardından, sol kulagının ucundan içeri bir şey girdi. eliyle yoklamasının ardından, bunun sıcaktan eriyen peynirin yetmiş derecelik metale düşmesinin sesi oldugunu gördü. sesi çıkarıp susturduktan sonra, sola dönerek mutfaga yöneldi. sızdıran lavaboya küçümser bir bakış atan çekmiş perdeler işlerini bulutlardan daha iyi yaparlarken, etrafına bakıp, buzdolabının üstündeki ufak bir satırı okudu. sesinin daha gür çıktıgını farkedince, cümlesini bitiremedi. bir-iki kez daha öksürüp, dogal gaz reklamının satırını baştan aldı, sesi gerçekten daha gür çıkıyordu. başını aşagı çevirdiginde, saatinin camından yansıyan yüzünü gördü, daha sonra gözlerini tekrar pişirdigi şeye odakladı. kendi kendine farkettirmemeye çalışarak, aklından geçen bir kaç cümleyi okuyordu. gırtlagının altında yumuşak bir el varmış gibi çıkan sesi, ona belirsiz bir haz verirken, tost makinesi tedaviden yeni ayrılmış bir alkolik gibi, başka bir şeye zarar vermeden kendini durdurdu. iki çubugu arka uçları birleşecek şekilde tutup, birbirlerine -önceden- kalın olan, erimiş bir peynirle tutturulmuş ekmek parçalarını bir kıskaca aldı. tutuklanan bir gösterici gibi başını aşagı egen tost, tabaga düştü. elindeki tabaktan yayılan sıcaklık onu kendine getirmiş olacak ki, tabagı diger eline alıp tekrar merdivenleri çıkmaya başladı. eski merdivenler, tüm soguklugu ve mütevaziligiyle önünde egilirken, oldukça üşümüş ayakları taş merdivenlerden biriyle dalaşa girdi, ve mızrak yemiş bir at gibi sahibini sırtından attı. ayaklarının ihaneti sonucu, kafasını demirliklere çarptı. merdivenler, ne olacagını bilmeden bıraktıkları adamı en son eşikte gördüler. halıya yayılmakta olan kan, düzensiz gürültüyü engelleyecek kuvvette degildi ki, neredeyse muhteşem bir zamanlamayla çelik kapının kilidini bir dudak gibi çeviren anahtarın ardından fırlayan ev sahibi, adamı gördügünde yavaşça ceketinin manşetlerini düzeltti. kana temas etmemeye çalışarak, iki parmagıyla boynuna götürerek nabzını kontrol etti. nafile bir denemenin ardından, ayaga kalkarak, sakin bir eda ile ambulans çagırdı. daha sonra, temiz kalmayı başarmış ayakkabılarının ucuna basarak girdigi kapıdan aceleyle geri çıktı. dedikleri gibi, kimsenin bir cinayete daha vakti yoktu. //dogukanpiyale. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar