SbNN Mesaj tarihi: Aralık 28, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 28, 2008 Kurbanınız olayım yardım edin ya. Bu filozoftarın moderniteye bakış açıları hakkında bir sınavım var Salı günü. Genel olarak modernite hakkında olan düşüncelerini kavrasam yapabilirim çünkü haklarında bildiğim şeyler var. Geçen sene Freud hakkında bir ödev hazırlamıştım. Onu oradan yırtarım biliyor sayılırım yani ama Marx ve Nietzsche'yi tam olarak oturtamadım kafamda. Marx, Freud, Nietzsche'nin modernite ve modernizme olan bakış açıları hakkında en ufak bi bilgisi olan çekinmesin yazsın. Saolun varolun. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Chastise Mesaj tarihi: Aralık 29, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 29, 2008 MARX VE MODERN BURJUVA TOPLUMU Marx ise, ‘Modern çağ’ terimi yerine modern burjuva toplumu veya kapitalizm terimlerini kullanır. Modern burjuva toplumunda çelişik iki sürecin gündemde olduğunu şöyle dile getirir Marx: ‘Günümüzde her olgu karşıtına gebe görünmektedir...Neredeyse her teknik başarı bir ahlaki çöküntüyü beraberinde getirir gibi durmaktadır. Kişi doğayı egemenliğine aldıkça kendi benzerlerinin esiri olmaya başlamaktadır.. Tüm keşiflerimiz, tüm ilerlemeler maddi güçlere hayat ve akıl vermekten öteye gitmemekte, kişiyi maddi bir güç düzeyine indirgemektedir. Toplumun yeni güçleri onlara egemen olacak ve onları çalıştıracak olan yeni insanları beklemektedir. Bu yeni insanlar işçilerdir. Asri zamanların makineler gibi yeni bir ürünü olan işçiler. Burjuvaziyi, aristokrasiyi ve felaket tellallarını çaresiz bırakan işaretler eski bir dostumuzu, toprağın altında onca hızla çalışmasını bilen bir köstebeği müjdelemektedir: Devrim ‘.[4] Marx’a göre modern çağın (Kapitalizmin) en belirgin özellikleri, sürekli değişim, geçicilik ve belirsizliktir. Harvey, bu konuda Marx’ın düşüncesini şöyle özetler: ‘Marx, bütün bu devrimci alt-üst oluşu, parçalanmayı ve bitmek bilmeyen güvensizliği ayakta tutan ve çerçeveleyen tek bir bütünsel ilke olduğunun altını ısrarla çizer. Bu ilke onun çok soyut biçimde ifade ettiği gibi ‘hareket halinde değer’dir; daha basit bir biçimde söylenirse, kar elde etmek için hep aynı yollar arayan sermayenin huzursuz ve aralıksız bir biçimde dolaşımıdır’.[5] Modern toplumdaki çelişkili iki süreci gözlemlemesi, Marx’ı tüm diğer Aydınlanma filozoflarından ayırır. Aydınlanma filozofları, kapitalist modernliğin herkese yarar getireceğini savunuyorlardı. Marx ve Engels, Aydınlanma filozoflarının bu tezlerinin tutarsız olduklarını ortaya koydular. Çünkü kapitalist modernlik, esas olarak herkese değil, toplumun küçük azınlığını oluşturan burjuva sınıfına yarıyordu. Örneğin; sanayileşmeyle birlikte işçilerin (Kadın, çoluk çocuk vb.) nasıl yoksulluklaştıklarını ve burjuvazinin de nasıl sermaye birikimi sağladığını ortaya koydular. Sanayileşme ve ekonomik büyümeyle sınıf çelişkisinin azalmadığını gösterdiler. Marx, moderniteye (Kapitalizme) hem üretim açısından, hem de sınıf çelişkisi açısından yaklaştı. Marx, modernitenin hem özgürleştirici, hem de baskıcı yanını gördü. Aydınlanma filozofları, modern çağı, yalnızca aklın egemenliğine indirgediler. Aklın egemenliği konusunda Engels şunları söyler: ‘Aklın egemenliği, burjuvazinin idealize edilmiş egemenliğinden başka bir şey değildir’[6] Ama bundan hareket ederek, modern kapitalist toplumu yalnızca aklın egemenliğine indirgemek doğru olmaz. Çünkü bununla ekonomik eşitsizliği ve sınıfsal çelişkileri açıklamak mümkün değildir. Marx, moderniteyi aklın zaferine indirgemez. O, modern kapitalist toplumdaki sınıf sömürüsünün nasıl gerçekleştiğini açıklar. Modern çağa tek yanlı yaklaşan Aydınlanma filozofları şu görüşten hareket ettiler: Tanrı yerine insanın, inanç yerine aklın ve bilimin düşüncenin merkezine oturtulması iki sonuç doğuracaktır. İlerleme ve Eğitim. Bu düşünürlere göre, bilim sayesinde ekonomik-teknik ‘ilerleme’ olacaktı, akıl sayesinde ise yığınların kültürel eğitimi sağlanacaktı. Ekonomik refah ve kültür ise insanlığı mutluluğa ve kurtuluşa götürecekti. Aydınlanma filozofları, kapitalist sanayinin gelişmesine rağmen işçilerin yoğun sömürüsünü görmüyorlardı. Onlara göre, akıl ve bilim tüm sorunlar çözecekti. Aklın ve bilimin egemenliğini kurmak ise, aydınlanmış bir azınlığın görevidir. Aydınlanma düşünürlerinin aydınlara merkezi rol vermesinin nedeni budur. Aydınlanma filozofları yalnızca bilgiye önem verdiler, aydınların rolüne işaret ettiler. Bu görüşün tek yanlı olduğu ortadadır. Çünkü ezilen kitlelerin ‘eylemi’ dikkate alınmamaktadır. Halk, toplumsal değişmenin öznesi ve devindiricisi değil, nesnesi olarak algılanmaktadır. Özellikle seçkinci düşünen aydınlar arasında yaygın olan bu yanlış anlayış, ezilen kitlelerin devrimci rollerine önem vermez. Bu anlayışa göre, değişmenin öznesi aydınlardı; ‘Cahil halk’ ise aydınlar tarafından eğitilecek nesne olarak görülüyordu. Aydınlanma felsefesinin özü, bilim ve eğitim yoluyla insanın değiştirileceğine dayanır. Ama insanın eğitim işini bir avuç aydına ve bir avuç aydın aracılığıyla da devlete verir. Aydınlanma filozofları, bilimin ve aklın egemenliğini ön planda tuttular. Toplumdaki sınıf çelişkilerini dikkate almadılar. Bi ara okumuştum bu yazıyı sanırım. Belki yardımcı olabilir Marx'ın görüşü hakkında. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar