HellHound Mesaj tarihi: Nisan 26, 2004 Paylaş Mesaj tarihi: Nisan 26, 2004 Once bir background veriim... Az sonra yollayacagim hikaye bir kompozisyon sinavi sonucunda ortaya cikmistir, yani 1 saatte falan yazilmis hatta biraz aceleye gelmistir, bilg'e gecirirken de bi kac kelime secimi degisikligi disinda baska bir ekleme yapmadim. Sinav da soru Kafka'nin bir sozunu yorumlamakti. Simdi sozun ne oldugunu tam olarak hatirlayamiyorum o yuzden ne desem yalan olur. Bugun yapacak bir is olmadigindan hikayeyi bilgisayara geciriodum aklima geldi ulan ben bunu niye pati'ye yollamiorum diye... Turkce klavye kullanmadigimdan bilgisayara gecirirken annem goz yaslari doktu, cesitli hatalar icerebilir fark ederseniz soyleyin duzeltebiliyim... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
HellHound Mesaj tarihi: Nisan 26, 2004 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Nisan 26, 2004 Bizim zamanımızda, bir ilkokul öğrencisi olmak zordu. Sanata çok önem veren öğretmenler "İyi bir Anadolu lisesine girin ki, ilerde iyi bir güzel sanatlar akademisi veya konservatuara girme şansınız olsun." felsefesiyle genç beyinlere matematik, fen, hayat bilgisi gibi dersleri yüklerken, resim, müzik, benden eğitimi gibi dersler güme giderdi. Sene sonunda, artık haziran güneşinin siyah önlükler tarafından emilen ışınlarının yarattığı üstün sıcaklık hissinden deliren çocuklara, sene başında aldıkları o el değmemiş boya takımlarıyla bir resim yapma fırsatı verilirdi. O resimlerin içerikleri öğrenciden öğrenciye büyük değişiklikler göstersede, değişmeyen bir şey varsa, o da güneşin çizgi çizgi parlamasıydı... ...işte o sırada yürümekte olduğu düz patikanın yanında uzanan uçsuz maviliğin bucaksızlığına gömülen kızıl güneş bu çizgilere sahip değildi. Tabloluk manzaradan ziyadesiyle etkilenerek, bir adımını tembelce diğerinin önüne atarak bir yerden diğerine gitmek olarak tanımlayabileceği hareketler serisine son verdi. Batan güneşin çizik çizik olmayan son ışınlarının oluşturduğu palete bakarken durduğu noktaya sadece ayaklarıyla değil kıçıyla da baskı yapma düşüncesiyle oturdu. Yüzünde salak bir gülümseme, doğudan batan güneşin kaybolan ışığı sayesinde daha da karanlıklaşan su yüzeyinin dalgalanmasını izlemeye koyuldu. Aklından binlerce düşünce geçerken, hiçbirine odaklanmamayı tercih ediyor, rahatının zekanın delirten yollarında bozulmasına engel oluyordu. Son kızıllık ufukta kaybolduğunda artık kalkmanın zamanı geldiğini düşündü ve bu fikre dayanarak olduğu yere uzandı. Hafif ve serin meltemler göz kapaklarını itelerken keyfine diyecek yoktu. Bir karanlıktan, başka birine usulca esti. Yer çekimine karşı koymak istemeyen uslu yağmur damlaları tarafından uyandığında, reflekslerinin ihaneti sonucu uzandığı yerden hışımla kalktı. Nerede olduğunu anlayana kadar belirli bir süre paniğe sebep olacak hormonlar salgılayan bedenı, nerede olduğunu anlayınca yolladığı hormonlar ile rahatlamaya çalışınca, maymuna dönen hormon bezleri greve giderek, beynin bu tip kimyasallar olmadan çalışması için bir şans doğurdular. Düzgün çalışmaya başlayan zeki beyin için, bir fırtınanın ortasında olduğunu anlamak fazla zor olmadı. Zeus’un da yardımıyla bir sığınak aramaya başlayan gözler, ilerde daha önce fark etmedikleri bir kule tespit ettiler. Bünye bu kuleye doğru yönlendikten sonra, temel bir iç güdüyle "Dur bir bakayım arkamda ne varmış?" sorusuna cevap arayarak arkasını kontrol ettiğinde, kendisine yaklaşan bir yangının farkına vardı. Bu şaşırtıcı bir gelişme değildi, zira hiç yoktan bir kule ortaya çıkıyorsa, yağan yağmurun körüklediği bir yangının onu takip etmesi çok normaldi. Zamanla kuleye doğru atılan adımlar sıklaşmaya ve hızlanmaya başlasa da, kule ilk baştaki yirmi litrelik su bidonu görüntüsünden çok uzaktaydı. Zavallıcık, bünyenin gözleri önünde eriyip gitmiş, olsa olsa bir buçuk litrelik bir su şişesi kıvamına gelmişti. İlkokulda resim dersinde test çözmüş olsalar da, genel perspektif bilgilerine göre bu, kuleden uzaklaştığı anlamına geliyordu. Bununla kafa yorarken bir başka mantıki çözüme ulaştı. Eğer kuleden uzaklaşıyorsa, yangına... ...alevden bir gök gürültüsü dikkatini cezbedince arkasına döndü. Ateşten bir devin, kükürt kokan kollarının arasına gömülmek üzere olduğu gerçeğiyle karşılaştı... “İyi de güneş doğudan batmaz ki!” ...Ter içinde yatağından kalkarak odanın öbür ucunda duran su şişesine doğru yürüdü ve şişeyi kaptığı gibi ağzına dikti. O sırada uykulu gözleri, odanın doğuya bakan penceresinden giren çiziklere lanetler yağdırmakla meşguldü. Doggy [Bu mesaj HellHound tarafından 26 Nisan 2004 05:33 tarihinde değiştirilmiştir] Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar