Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Mucize ve Pendik Otobüsü


Rakursi

Öne çıkan mesajlar

Hayatın mucizelerle dolu olduğunu daha yeni öğreniyorum. Mucizenin tanımını bilmezdim önceleri, bundandır hiç görmeyişim. O kadar çeşitli ki mucizeler. Başa gelenlerin dışında kendi halinde mucizeler de var mesela. İşte bugün onlardan biriyle karşılaştım, hikayem onunla ilgili.

Mucizenin İsmini bilmiyorum, öğrenemedim. Kekelemeyi durdurabilseydim eğer sorabilirdim o basit soruyu. "Merhaba Hakan ben, senin adın nedir?" Ne kadar kolay geliyor değil mi? Hiç ben olmadınız, zorluğunu asla bilemezsiniz. Ama yine de en azından bazılarınızın başına gelmiş olmalı. Sakin zamanlarda su gibi akan düşüncelerinizin,tüm vücudunuza hücum eden şiddetli ve geçici olan o duyguyla bir anlığına erozyona uğrayıp çöküvermesi. Dil yoksunu olmak, en gerekli anda kendiniz olamamak. Heyecan diyorlar buna. Üstüne utangaçlık da eklenince neyi saklayacağınızı şaşırıyorsunuz. Ellerinizin titremesini mi, oradan kaçmaya çalışan aklınızı mı yoksa boğazınızın düğümlenişini mi gizleyeceksiniz? Bütün bunlarla başedebilirseniz bir de konuşmayı deneyin. Birkaç kelime çıksa bile ağızınızdan, içinizden geçenleri asla olduğu gibi aktaramazsınız. Sıkıcısınızdır, susmak istersiniz,bu en doğru karar olacaktır. Keşke anlaşmanın konuşmaktan daha iyi ve daha kolay yolları olsaydı, bir bakış atsaydık mesela ve karşımızdaki iyisiyle-kötüsüyle bütün içimizi görseydi. Ama hayat böyle işlemiyor ve ben buna uymaya çalıştıkça işte bu duruma düşüyorum. Neyse, kendimden daha fazla bahsetmeyeceğim; konu kişiliğim değil.

Kadıköy-Pendik hattında seyahat ediyordum. Otobüse attığım üçüncü adımda, onu gördüm. Olduğum yerde donmuştum. Otobüsteki tek boş koltuk onun yanıydı ama ben ne kadar oturmak istesem de gidemiyordum, gözlerim öylesine kilitlenmişti ki bacaklarımın hareket etmesine izin vermiyordu. Nihayet bağlarımı çözdüm, yanına oturdum.O, başı hafif öne eğik bir şekilde dışarıya bakıyordu. Düşünceli ve sessizceydi,yumuşak hareketler yapıyordu. "Göründüğü kadar saf mıdır acaba" diye geçirdim içimden. Merak edip benimle konuşmasını umarak dikkatini çekmek için eskiz defterimi açtım, birşeyler karalamaya başladım. Sanatımı alet etmemeliydim böyle birşeye ama çaresizdim. Ve beklediğim oldu. Başını sola çevirdi,bana baktı. Ben de ona döndüm,göz göze geldik. Sol gözünden süzülen bir damla yaşı farkettim. Konuştu:
-Ressam mısın?
+ E.-e.vet,sayılır.
-Çok güzel çiziyorsun.
+Teşekkür ederim.
Yutkundum. Bu cevap için bile zorlanmıştım. Birkaç iyi gitmeyen etklileşim denemesinden sonra beni neyin beklediğini bilerek o an olacak en mantıklı şeyi yaptım: Zamanı durdurdum. Onu inceliyordum. Naif bir kızdı,o kadar narin bir yapısı vard ki... Sağ elini sağ kulağının arkasına götürmüştü. Her an her saniye dokunmak isteyeceğim mükemmelce işlenmiş elleri vardı. Teni sarıya çalıyordu, pürüzsüzdü. Ve Saçları... Hayatımda gördüğüm en muhteşem kumraldan yapılmıştı. Rüzgardan dalgalanıyordu,saç telleri birbirine karışmıştı ama öylesine kıvrımları vardı ve öylesine yumuşaktı ki her bir telini rahatlıkla seçebiliyordunuz. Uçları sipsivriydi, demetler halinde ayrılmışlardı. Daha önce hiçbir kumralın güneş ışığında altın gibi böylesine parladığına şahit olmamıştım, büyüleyiciydi. Dudakları bir çocuğu andırıyordu ve gözleri toprağın rengini almıştı. Burnu,estetik anlayışımı aşıyordu. Boynu, bir kısrağı andırıyordu, siyah taşlı bir kolyeyle süslenmişti. Bir sanat eserine bakıyordum, bir mucizeye bakıyordum. Bir hayat boyu o anda kalabilirdim. Ama yaşam ilerlemeliydi. Zaman yine akmaya başladı. Konuşmak istedim. Neden ağladığını sormak istedim. Kendimi tanıtmak istedim, onu tanımak istedim. Ne olduğumu ve ne istediğimi, neler yapabileceğimi göstermek, saflığımı tattırmak istedim ona ve ilkel de olsa ona "sahip olmak" istedim. Bedenim aklıma boyun eğmiyordu. Uzanıyordum ve kaçırıyordum, tutmak bir yana parmağımın ucuyla dokunamıyordum bile. Ona ne kadar yalnız olduğumu göstermek istedim. Anlatacak ne kadar çok şeyimin olduğunu ve dinleyecek kimsenin olmadığını, o an onunla konuşamadığım için soğuk gözüktüğümü ama aslında sandığından çok çok farklı olduğumu, bir hayli derinlerime gömdüğüm tutkularımın olduğunu, ona ne kadar değer verebileceğimi, ihtiyacı olduğunda, şuanki gibi ağladığında onu nasıl güldürebileceğimi nereden bilebilirdi? Şimdi benimle konuşmaktan zevk almadığı için onu suçlayabilir miydim? Bir insanı tanımak ne kadar zorsa beni tanımak on katı zordu. Ben bile kendimi daha yeni yeni tanıyordum. Ona ne kadar kendimi göstermek istesem de bilinçsizce saklandım, dudaklarımı mühürledim.
Ben konuşmadım, o konuşmadı. Ben hayal kurdum, o ağladı. Zaman aktı ve otobüs ilerledi. Onun durağına gelmiştik işte. Kalktı ve iyi akşamlar diledi. Sonra durup "sen de değilmişsin beklediğim" der gibi bir bakış attı. Bense boş bakıyordum. Tek bir ifade yoktu yüzümde çünkü nasıl bakarsam bakayım hiçbir anlamı olmayacaktı, hiçbirşeyi değiştiremeyecektim. Arkasını döndü,gitti. Hayatımın geri kalanını birlikte geçirmeyi istediğim birini bir anda bulup bir anda kaybetmiştim. Elimde kalan tek şey zamanı durdurduğum, onu hayranlıkla izlediğim o andı.

Evet, mucizelerle dolu hayat. İnsan kılığındaki mucizeyi gözlerimle gördüm ben ve şimdi de kendi mucizemi yaratmaya çalışıyorum. Her hafta,aynı saat Kadıköy-Pendik hattında giden o otobüse biniyorum,aynı koltuğa oturuyorum. Defterimi çıkarıp onun resimlerini yapıyorum. Bir yıl oldu, mucize halen gerçekleşmiş değil. Karşılaşırsak ne olur bilmiyorum, beceriksizliğim galip gelecek belki yine ama bu umut olmadan yaşamak istemiyorum. Konuşmam da belki hikayemi okuturum ona, resimlerini gösteririm. Benim kadar anlayışlı olacağını düşleyerek her hafta onu bekliyorum. Mucizem, tüm benliğimle sana inanıyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...