Slat Mesaj tarihi: Kasım 10, 2007 Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 10, 2007 Bütün Dünya dergisinin geçen ayki sayısında okudum bu yazıyı ve inanılmaz hoşuma gitti, hatta kimi yerinde baya duygulandım.. Bu yazı Atatürk'ün siyasi yönünden ziyade insani yönünü ve bunla ilgili anılarını içeriyor.. Ayrıca Türk insanına verdiği önemli öğütleri de var.. Şimdi okumaya kasıyorsanız bile bookmarklayıp sonra mutlaka okuyun.. Atatürk'ün konuşmalarını bold yaptım ki iyice benimseyin :) ------------------------------------------------------ O yıl da Cumhuriyet Bayramı kutlama töreninin yapıldığı meydana, Ankara halkının yanısıra, çevre köy ve kasabalardan da insanlar gelmişti. Tribünlerde, kadın erkek, herkes Atatürk’ü alkışlıyordu. Törenden sonra, Atatürk tribünden ayrılacağı sırada halkla arasındaki asker kordonunun kaldırılmasını istedi. Halkın arasına karıştı. Ellerini halktan iki vatandaşın omuzlarına dayamış, adeta kendinden geçmiş bir biçimde ilerlemeye başladı. Halk onu incitmemek için kendiyle arasında güçlükle bir boşluk bırakmaya çalışıyordu. Bir süre ilerledikten sonra, otomobile binmesini anımsatan görevliye “Sen belki ömründe sevmişsindir. Fakat hiç sevildin mi? Bundaki zevk hiçbir şeyde yok. Hele aşığın Türk ulusu olursa! Beni bu zevkten biraz daha ayırmayın” dedi. Onun bu sözlerindeki içtenlik, cumhuriyeti ilan ettiği gün yaptığı konuşmasında da bulunmaktadır: “Her zaman sayın arkadaşlarımın ellerine çok içtenlikle ve sıkıca yapışarak onların varlıklarından kendimi bir an bile soyutlanmış görmeyerek çalışacağım. Her zaman ulusun sevgisine dayanarak hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve utkulu olacaktır.” Mustafa Kemal, halkının uygar dünyada hak ettiği yeri alması için her alana devrimleri sevgi çiçekleriyle yayıyordu. Kastamonu’da yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: “‘Uygarım’ diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, düşüncesiyle uygar olduğunu kanıtlamak ve açıklamak zorundadır. ‘Uygarım’ diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile yaşamıyla, yaşayış biçimiyle uygar olduğunu göstermek zorundadır. ‘Uygarım’ diyen Türkiye’nin gerçekten uygar olan halkı başından aşağıya dış görünüşüyle de uygar ve olgun insanlar olduğunu doğrudan göstermek zorundadır. Gezim sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve kentlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini, gözlerini çok kalın ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde, bu tarzın kendileri için işkence ve acı verici olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok namuslu ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat saygıdeğer arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi anlayışlı ve düşünceli insanlardır. Onlara ahlakın kutsallığını aşılamak milli ahlakımızı anlatmak ve onların beyinlerini ışık ile, temizlik ve incelik ile donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur. Uygarlığın coşkun seli karşısında dayanmak boşunadır. Ve uygarlık düşüncesizler ve uymayanlar hakkında acımasızdır.” Öğretmen Cemal Bey, Atatürk’ün kurduğu iletişimin tek taraflı olmadığını, gerçek anlamıyla iletişim olduğunu kanıtlayan bir rahatlıkla, kalabalığın arasından seslendi: “Siz çok az uyuyor, hatta bütün geceyi uyanık geçiriyorsunuz. Hayatınızın bu doğal haklarını hep bizim için, aşık bulunduğunuz bu ulus için feda ediyorsunuz. Bu kutsal bedeninizi ulusun şeref ve mutluluğuna adadınız. Biz size karşı minnet ve şükran borçlarımızı nasıl ödeyeceğiz? Sizden ayrılan ellerimiz bir daha ne zaman birleşecek?” Mustafa Kemal bu sözler karşısında çok duygulanmıştı: “Arkadaşımızın sözleri benliğim üzerinde üzüntüler ve heyecanlar meydana getirdi” dedi. “Buna aynı içtenliğin, aynı derin duyguların vicdanımda yükselttiği heyecanı dile getirerek karşılık vermek isterim. Arkadaşlar benim için sizden ayrılmak çok acıdır. Arkadaşımızın belirttiği kesin zorunluluk olmasaydı şimdi buradan geri döner ve çok mutlu olurdum. Fakat emin olunuz ki, size veda için elimi uzattığım zaman bu size veda için değil, sizinle temasımı bütün ömrümce duymak içindir. Güvence verebilirim ki, burada bulunmadığım ve birkaç kilometre uzaklıkta bulunduğum halde bile sizin içinizde imiş gibi duygulu olacağım. Çok içten ve yüksek gösterilere tanık oldum. Buna özellikle teşekkür ederim. Bu duygu ve içtenlik karşısında söz söylemek güçtür. Biliyorsunuz ki, içtenliğin dili yoktur. Samimiyet sözle ifade edilemez. O, gözlerden ve yüzlerden anlaşılır. İşte size yüzümü ve gözlerimi yöneltiyorum. Bakınız ve görünüz. Oradan anlayacaksınız ki, kalbim çok şiddetli sevgiyle çarpmaktadır. Hepinize derin bir sevgiyle veda ediyorum.” *** Atatürk’ün hasta olduğu, elinin ayağının tutmadığı, ölüme mahkum olduğu dedikodusunun yayılmaya çalışıldığı günlerde onun Büyükdere’ye geldiğini duyan halk, sokakları doldurdu. Kalabalığın sevgi seli karşısında mutlu olan Atatürk, “Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahçup oluyorum. Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” dedi. “Ankara’dan buraya gelmeden önce işittim ki hakkımda ‘Hastadır, eli ayağı tutmuyor, ölüme mahkumdur’ diyorlarmış. İşte karşınızdayım, sıhhatteyim, elim ayağım tutuyor. Kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki, sapasağlamım. Kuvvetim yerindedir. Sizlere eskiden beri olan sevgim yerindedir. Siz bu akşam benim karşımda milletin bir kütlesi, bir timsalisiniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittireceğime inanıyorum. İşitiniz ve işittiriniz. Sizin çıkarlarınız için sağlığını, ömrünü bağışlayan ve adayan adam sağlıklıdır ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. Benim kuvvetim, benim size olan sevgim, sizin bana olan sevginizdir. Bu ulus, bu ülke, yeni rejim üzerinde dünyanın en çalışkan bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim.” *** Atatürk, sevme konusunda da uyarılarda bulunurdu. Sevginin gözleri kör etmesini istemiyordu. Samsun’da öğretmenlerin düzenlediği bir çay davetinde, sevgi seli içinde onlara şöyle seslendi: “Efendiler! Dünyada herşey için, yaşam için, başarı için en gerçekçi yolgösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, cahilliktir, sapmadır. Yalnız bilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarını, gelişmelerini algılamak ve ilerleyişini zaman içerisinde izlemek gerekir. Binlerce yıl önceki bilim ve fennin diliyle çizilmiş yasaları şu kadar bin yıl sonra bugün olduğu gibi uygulamaya kalkışmak elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir. Çok mutlu bir duygu ile anlıyorum ki, karşımdakiler bu gerçekleri kavramışlardır. Mutluluğum artıyor. Mutluluğum şunun için artıyor, karşımdakiler eğitmekte ve yetiştirmekte oldukları yeni kuşağı da gerçeğin aydınlığının doğmasına etkin olacak biçimde hazırlayacaklarına söz vermişlerdir. Bu hepimiz için övünülecek bir noktadır. Sizden olan bir kişiye sizden fazla önem vermek,herşeyi ulusun bir bireyinin kişiliğinde toplamak, geçmişe, bugün ve geleceğe, bütün bu zamanlara ait toplum çalışmalarınının açıklanmasını ve ortaya çıkarılmasını böyle yüksek bir toplumun mütevazı bir şahsiyetinden beklemek elbette ki yeterli ve gerekli değildir. “Vatandaşlar! Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı, istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi, sizin milli varlığınızı, bütün muhabbetlerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermenize neden olmamalıdır. Bunun aksine hareket etmek kadar büyük hata olmaz.” *** Atatürk, halktan korkan, halk ile aralarına üniformalı setler çeken yöneticilerin aksine tam bir halk adamıydı. Asıl güç kaynağının halk olduğuna inanıyordu. Onun “Kalkar, halka gider, işime yeniden başlarım” tümcesi, özgüven, iyilik duyguları taşımak ve bu yüce duyguların toplumda karşılığını bulacağına duyduğu inanç, galiba yalnızca kendine özgü sağlam bir sevginin ürünüydü. Atatürk, “Nerede karşılıklı sevgi ve saygı varsa, orda itimat ve itaat vardır; itimadın ve itaadın olduğu yerde disiplin, disiplinin olduğu yerde huzur; huzurun olduğu yerde başarı vardır” inancındaydı. Bursa, Çelik Palas Oteli’nde onuruna düzenlenen bir baloda çok sevinçliydi. Halkın sel gibi fışkıran sevinci karşısında gülüyor, konuşuyor, masalardakilere şakalar yapıyor, dans edenleri alkışlıyor, kendi de zaman zaman dans ediyordu. Bir ara müzik sustuğunda genç bir hanım piste yürüyerek kendisini selamladı ve yazdığı bir şiiri okumak için izin istedi. şiir, Atatürk için yazılmıştı ve duygu yüklüydü. Hanım şiirini okumayı bitirince, salondan büyük bir alkış yükseldi. Atatürk duygulanmıştı, ayağa kalktı ve çevresindekilere şöyle dedi: “Çağlayan halinde akan sevginizle, heyecanınızla beni de duygulandırdınız. Okuduğu şiirle beni öven hanımefendiye özellikle teşekkür ederim. Benim bu ülkeye yaptıklarım, aslında hepinizin yapabileceği şeylerdir. “Ben sizin tercümanınızdan başka bir şey değilim. Siz istiyorsunuz ben yapıyorum. Yapan ulustur, yani sizsiniz. şunu önemle belirtmek istiyorum ki, bir ulusun yaşamında güven ve beraberlik en büyük kuvvettir. Yönetenlerle, yönetilenler birbirlerini seviyorlar, inanıyorlar, destekliyorlarsa, orada mucizeler gerçek olabilir. Evet birbirinizi seviniz, birbirinize inanınız. (Özellike buralar çok doğru ve çok güzel) Ama size bir öğüt vereceğim, severek inanmayınız, inanarak seviniz. Sevmekle işe başlarsanız, inancınızda yanılgıya düşmüş olabilirsiniz. Ama inanarak severseniz, yani inandığınız insanı severseniz, karşınıza hiçbir yanılgı çıkmaz.” *** Atatürk’ün sevgisinde korkunun yeri yoktu. Kendisine ölesiye bağlı, ancak düşüncesini düşündüğü doğrultuda açık açık söylemekten çekinmediğini bildiği arkadaşlarından Recep Peker’e, bir gün bir sohbet sırasında, onun hiç de beklemediği bir soru sordu: “Sen benden korkmaz mısın hiç?” dedi. Recep Peker bu soru karşısında kendini tutamadı, gülmeye başladı. Atatürk, sorusunun yanıtını almakta kararlıydı. Sorusunu bir kez daha sordu: “Şöyle karşıma geç ve açık açık söyle bakalım” dedi. “Benden korkar mısın, korkmaz mısın?” Recep Peker gülmesini bıraktı ve Atatürk’ün bu sorusunu da her zamanki “doğrucu” kimliğiyle yanıtladı: “Hayır, ne senin arkadaşların korkaktırlar ne de sen korkunçsun” dedi. “Biz senin ideallerine inanarak bağlıyız. Sen sevilen adamsın, korkunç olamazsın!” *** En büyük sevginin ulus sevgisi olduğuna içtenlikle inanan Atatürk, “Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur” diyor ve bu görüşünü şöyle açıklıyordu: “Kurtuluş Savaşı’nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat, bunlardan, hiçbirini kendime mal etmedim. Yapılanın hepsi milletin eseridir; işin doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyetler kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu kanıtlamak için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. Yapmamız gereken birçok bilimsel çalışmalar da bunların arasındadır. Beni seven arkadaşlarıma öğüdüm şudur: Şahsımız için değil, mensup olduğumuz millet için elbirliği ile çalışalım. Sevginin olduğu gibi, çalışmanın da en büyüğü, millet için yapılan çalışmadır.” Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Llama Mesaj tarihi: Kasım 10, 2007 Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 10, 2007 her cümlesi güzel atamın yaa her cümlesi yok böyle bişey, her konuda bişey demiş her konuda ilerisini görmüş net cevaplar (genelleme yapıyorum burda yazılardan değil) hayatımda ne duyarım böyle cümleler nede söyliye bilirim.. o hayatta iken hayatta olmak isterdim Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar