Sensible Mesaj tarihi: Mayıs 22, 2007 Paylaş Mesaj tarihi: Mayıs 22, 2007 İsmimin bir destan olduğunu daha yeni öğreniyorum :) Az önce okumayı bitirdim ve hayran kaldım. Türklerin ilk destanı olarak bilinirmiş "Altay(Yaratılış) Destanı". Buyrun siz de okuyun: Her şeyden önce su vardır. Yer , gök , ay ve güneş yoktu. İlah Kara Han ( Kayra Han ) ile insan vardı. Her ikisi de birer kara kaz seklinde , suyun üstünde uçuyorlardı. Kara Han hiç bir şey düşünmüyordu. O sırada insan rüzgârı icât edip suyu dalgalandırdı, Kara Hanin yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin ilahlardan daha güçlü olduğunu sandı, daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı ve suya düşüp dibe doğru dalmağa başladı. Neredeyse boğulacaktı; "Bana yardim et!" diye bağırıp Kara Handan yardim istedi. Kara Han izin verdi ve insan su yüzüne boğulmadan çıktı. Ondan sonra Kara Han: "Sağlam bir tas olsun!" dedi; suyun dibinden bir tas yükseldi. Kara Han ile İnsan, bu tasın üstüne oturdular. Kara Han İnsana: "Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!" diye emir verdi, insan bu emri yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kara Han'a götürdü. Kara Han, insanin getirdiği toprağı suyun üzerine serpti ve serperken de: "Yer olsun!... " diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, böylece yer yüzü yaratılmış oldu. Kara Han, insana yi-, ne: "Suya dal ve suyun dibindeki topraktan çıkar!.. " diye emir verdi, insan suya daldığı zaman, bu sefer, kendim için de toprak alayım, diye düşündü, iki avucuna da toprak doldurdu, birindekini Kara Han'dan gizlemek için ağzına attı, sakladı. Maksadı, Kara Han'dan saklayıp kendine göre bir yer yaratmaktı. Bu düşünceyle avucundaki toprağı getirip Kara Han'a uzattı. Kara Han, bu toprağı da suyun üzerine serpti ve genişlemesini buyurdu. Ne var ki Kara Han’ın suya serptiği toprak gibi, insanin ağzının içine sakladığı toprak da büyüyüp genişlemeğe başlamıştı. Bunu düşünmeyen insan korktu, soluğu kesilecekti, neredeyse Ölecekti. Kaçmağa başladı. Ama nereye kaçsa yani basında Kara Han’ın varlığını hissediyordu, ondan kaçamıyordu. Çaresiz kalınca yalvarmağa başladı. Kara Han, insana: "Ağzındaki toprağı ne için sakladın?" diye sordu, insan: "Kendim için yer yaratmak niyetiyle saklamıştım." diye cevap verdi. Kara Han da: "Öyleyse at ağzından da kurtul!" dedi. insan, ağzında sakladığı toprağı attı. Bunlar yere dökülürken küçük tepeler meydana geldi. Bunun üzerine Kara Han: "Simdi sen artık günahlı oldun" dedi; "Bana karsı geldin, kötülük düşündün. Senden sonra sana uyan, senin gibi kötülük düşünenler, senin gibi kötü kişi olacaklar; bana itaat edenler ise iyi ve temiz düşünceli olacak, onlar güneş ve aydınlık yüzü göreceklerdir. Bundan sonra senin adin Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarım senden saklayanlar ise benim olsunlar!... " Bu sırada, yer yüzünde dalsız budaksız bir ağaç yeşermişti. Kara Han bu dalsız budaksız ağacı görünce hoşlaşmadı ; "Dallan, yaprakları olmayan ağaca bakmak hös değil, bu ağacın dokuz dalı birden olsun!... " dedi. dalsız budaksız ağaç bir anda dokuz dallı oluverdi. Kara Han bunu görünce: "Bu dokuz dalın her birinin kökünde birerden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz millet olsun!.. " dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duymuştu. Nedir acaba? diye bakınıp düşünürken vardı Kara Han'a gürültünün sebebini sordu. Kara Han da: "Ben bir Hakanım sen de kendince bir Hakansın. Duyduğun gürültüyü yapan insanlar benim insanlarımdır." diye cevap verdi. Erlik bu milleti kendisine vermesi için Kara Han'a rica ettiyse de Kara Han: "Hayır!" diye karşıladı; "Sen git kendi isine bak!" Erlikçin cani sikildi. "Hele dur bir gidip su milleti göreyim" diye kalabalığın yanına vardı. Orada, insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha bilmediği bir çok güzel yaratıklar vardı. Erlik: "Kara Han bunları nasıl yarattı acaba? Bunlar burada ne yiyip ne içiyorlar?" dîye düşünmeğe başladı. O düşüne dursun , insanlar ağacın meyvelerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnız bir yanındaki meyvelerden yiyorlar, öte yandakilere ellerini bile sürmüyorlar. Gidip bunun sebebini sordu, insanlardan aldığı cevap ise: "Tanrı bize o yandaki meyvelerden yemeyi yasak etti, biz de bunun için o meyvelerden yemiyor ancak, için verdiği günesin doğduğu yandaki meyvelerden yiyoruz. Su gördüğün yılan ile köpek, o yasak yandaki meyveleri ye-mememiz için bekçilik ediyor." Bu cevap Erlikçin canini sıkacağı yerde sevindirdi. ağacın çevresindeki insanların arasında bulunan Doğanay (Törüngey) denilen bir adam buldu ve ona: "Kara Han size yalan söylemiş. Asil size yasakladığı meyvelerden yemeniz gerekir; daha tatlıdır, göreceksiniz" dedi. Bu sırada uyumakta olan yılanın ağzına girdi ve yılana ağaca çıkmasını söyledi. yılan da ağaca çıkıp yasak meyvelerden yedi. Doganay'in karisi Ece (Eje) yanlarına gelmişti. Erlik, Doğanay'la Ece'ye de meyvelerden yemeleri için ısrar etti. Doganay, Kara Han’ın sözünü tutarak yasak meyvelerden yemedi ama karisi Ece dayanamadı, yedi. Meyve çok tatlı-idi. Alıp, kocasının ağzına sürdü o anda Doganay ile Ece'nin tüyleri dökülüverdi, birden utanmağa başladılar, kaçışıp her biri bir ağacın ardına saklandılar. Bu isler olurken Kara Han oraya gelmişti, insanların hepsi birden kaçışıp aklınca birer köseye gizlenmişlerdi. Kara Han: "Doganay!. Ece!. Doganay! Ece!" diye haykırmağa başladı. "Neredesiniz?" Doğan ay’la Ece: "Ağaçların arasındayız" diye cevap verdiler. "Sana görünemeyiz. Utanıyoruz." Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kara Han, bildiği şeyleri duymanın Öfkesi içinde her birine ayrı ayrı cezalar verdi: "Simdi sen de Erlik'ten bir parça oldun" diye yılana verdi ilk cezasını; "İnsanlar sana düşman olsun, seni görünce vurup, ezip öldürsünler!" dedi. Ece'ye döndü: "Sen Erlikçin sözüne uydun, yasak meyveyi yedin, öyleyse cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın, doğururken de türlü eza cefa ve acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın!" Doganay’e da söyle diyerek cezasını verdi: "Erlikçin gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin. Madem Erlikçin sözüne uydun öyleyse onun adamları onun ülkesinde yasar, karanlık dünyasında bulunur. Benim ışığımdan mahrum kalır. Benim sözümü dinlemiş olsaydın benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun ve dokuz kızın olacak. Bundan sonra ben insan yaratmayacağım. Bundan sonra insanlar senden türeyecek. Tek basına ne yaparsan yap." Erliğe de kızdı: "Benim adamlarımı neden aldattın?" diye sordu öfkeyle. , Erlik: "İstedim vermedin" dedi; "Ben de senden çaldım. artık hep çalacağım. Atla kaçarsa düşürüp çalacağım; içip içip sarhoş olurlarsa birbirine düşürüp dövüştüreceğim.. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım." Kara Han da: "Öyleyse üç kat yerin altında, ayı güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum!" diye Erlikçi cezalandırdı. Bu is de bitince bütün insanlara birden ceza verdi: "Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz, benim yemeğimden yemek yok" dedi; "artık yüz yüze 'gelip sizinle konuşmayacağım. Size bundan sonra Gök Oğul’u (May tere) göndereceğim." Gök Oğul gelip insanlara bir çok şeyler yapmasını öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ayrıca ot köklerini, yenebilecek bir kişim otlan yemeyi insanlara öğretti. Bu böylece sürüp giderken Erlik Gök Oğul’a yalvarıyordu: "Ey Gök Oğul, bana yardim et, Kara Han'dan izin iste, yanına çıkmak dileğimi söyle, yardim et bana!" , Gök Oğul, Erlikçin bu dileğini Kara Han'a iletti ise de Kara Han aldırış bile etmedi; Gök Oğul tam altmış yıl yalvarma-Sina devam etti. Bunun üzerine, altmış yılın sonunda Kara Han Erlik'e haber gönderdi: "Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin." dedi. Erlik söz verdi. Bunun üzerine, Kara Han’ın huzuruna çıktı, bas eğdi: "Beni kutsa, bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım" diye yalvardı. Kara Han buna da izin verdi, îzni koparan Erlik kendisi için gökler yaptı Adamlarını basına topladı, yaptığı göklere yerleştirdi, kendisi de baslarına geçti, çok kalabalık oldular. . İlâh Kara Han (Kayra Han) in en sevgili kullarından olan Ulu kişi bu durumu görüp üzülmüştü. Üzüntü içinde düşündü: "Bize bağlı, bizim öz insanlarımız yer yüzünde cefa çekip yoruluyor; Erlikçin adamları ise göklerde keyfedip duruyor. Bu is, bir ise benzemez." Bu üzüntülü düşünce içinde, biraz da Kara Han'a gücenmiş olarak, Erlik'e savaş açtı. Ne var ki Erlik daha güçlü çıkıp karsı geldi ve ateşle vurup Ulu kişiyi kaçırdı. Ulu kişi doğrulayıp Kara Han’ın huzuruna çıktı. Kara Han’ın: "nereden geliyorsun?" diye sorması üzerine Ulu kişi: "Erlikçin adamlarının gökyüzünde oturması, buna karşılık bizim iyi insanlarımızın yer yüzünde yorgun argın yasamaları ağınma gitti, bu çok kötü bir durum diyerek Erlikçin yandaşlarım yere indirmek göklerini basına yıkmak için Erlik'le savaş etmek istedim. Fakat gücüm yetmedi, o beni kaçırdı" diye üzgün ve ağlamaklı cevap verdi. Kara Han üzülmemesini söyledi. "Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez" dedi. "Erlikçin gücü senden fazladır. Ama bir gün gelecek senin gücün Erlikçin gücünden daha üstün olacak... " Bu söz üzerine Ulu Kişi’nin yüreği "ferahladı rahat rahat uyudu. Bir gün geldi Ulu kişi o gün güçleneceğini hissetti. Yine o gün Kara Han Ulu kişiyi yanına çağırttı ve: "Var git, güçlendin gayri; Erlikçin göklerini basına yıkacak güce kavuşturdum seni, maksadına ereceksin" dedi. "Kendi gücümden sana güç verdim." Ulu kişi önce hayret etti: "Yayım yok, okum yok, kargım yok, yatağanım yok. Kupkuru bir bileğim var. yalnız bilek gücüyle Erlikçi nasıl yok edebilirim ben?" Kara Han, Ulu Kişi’ye bir kargı verdi. Ulu kişi kargıyı alıp Erlikçin göklerine gitti. Erlikçi yendi, kaçırdı; göklerini alt üst edip kirdi geçirdi. Erlikçin gökleri parça parça oldu yeryüzüne döküldü. O zamana kadar dümdüz olan yer yüzü, o günden sonra kayalıklarla, sipsivri dağlarla doldu. Görklü Güzel Tanrının özene bezene yarattığı o güzel yer yüzü eğri büğrü oldu. Erlikçin bütün yandaşları yere döküldü; suya düsenler boğuldu; ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi; sipsivri tasların kayaların üstüne düsenler öldü; hayvanlara çarpanlar hayvanların ayaklarının altında kaldılar. Durum böyle olunca Erlik varıp Kara Han'dan kendine bir yer istedi. "Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin, benim barınacak bir yerim kalmadı" dedi. Kara Han Erlikçi yerin altındaki karanlık ülkesine sürdü, üzerine yedi kat kilitler vurdurdu. "Burada güneş ve ay ışığı görmeyesin; iyi olursan yanıma alırım kötü olursan daha derinlere sürerim" dedi. Erlik bunun üzerine: "Öyleyse ölmüş insanların canlarını bana ver; bedenleri senin olsun canları benim isime yarasın" diye bir istekte bulundu. Kara Han : "Hayır, onları da sana vermeyeceğim" dedi; "İstiyorsan kendin yarat." Böylece yaratma iznine kavuşmuş olan Erlik eline bir çekiç, bir körük ve bir örs alarak vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Sırasıyla kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yer yüzünü doldurdu. Sonunda Kara Han gelip Erlikçin elinden çekici, örsü ve körüğü aldı, ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kara Han kadını yakalayıp yüzüne tükürdü. Tükürür tükürmez, kadın bir kus olup uçtu. Bu kus, eti yenmeyen tüyü bir ise yaramayan Kurdan denilen kustur. Kara Han erkeği yakalayıp onun da yüzüne tükürdü, o da bir kus olup uçtu, adına Yaldan Kuşu dediler. Bütün bunlardan sonra Kara Han, insanlara: "Ben size mal verdim, as verdim; yer yüzünde iyi, güzel, temiz ne varsa verdim, yardımcınız oldum, siz de iyilik yapınız. Ben göklerime çekileceğim, belki bir daha dönmeyeceğim." dedi. Arkasından yardımcı ruhlarına: "Gün Asan, sen, içki içip aklini yitirenleri; körpecik çocukları, kısrak yavrularını inek buzağılarını koru, onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al, intihar edenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızlan, başkalarına düşmanlık edenleri koruma. Benim için, bir de Hâkanları ile Yurtlan için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar! Size yardim ettim, sizden kötü ruhları uzaklaştırdım. Onlar insanlara yaklaşırlarsa insanlar onlara yiyecek versinler, ama o kötü ruhların yemeklerinden yeme-sinler, yerlerse onlardan olurlar. Simdi ben aranızdan ayrılıyorum ama yine geleceğim beni unutmayınız, geri gelmez sanmayınız. Tekrar geldiğimde iyiliklerinizin ve kötülüklerinizin hesabini göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ, Ulu kişi ve Gün Asan kalacaklar, sizlere yardımcı olacaklar. Ağca Dağ! Gözlerini dört aç! Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi’ye söyle, o güçlüdür. Gün Asan, sen de iyi dinle, kötü ruhlar yerin altındaki karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar, çıkarlarsa hemen Gök Oğul’a git ve haber ver, ona güç verdim, kötü ruhları kovar. Alma Ata ayı ve güneşi bekleyecek. Ulu 'kişi yer yüzünü ve gök yüzünü koruyacak Gök Oğul ise iyilerden kötüleri uzaklaştıracaktır." Bunlar söyledikten sonra Kara Han uzaklaştı. Ulu kişi Kara Han’ın öğütlerini bir bir yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı; tüfeği barutu icât etti, sincap o vurdu. Sonra bir gün geldi Ulu kişi kendi kendine mırıldandı: "Bugün beni rüzgâr uçuracak, alıp götürecektir!" Ulu Kişi’nin dediği gibi rüzgâr geldi, aldı Ulu kişiyi uçurdu götürdü. Ağca Dağ bunun üzerine insanlara: "Ulu Kişi’yi ilâh Kara Han yanına aldı. Onu bulamazsınız artık, beni de bir gün gelecek yanına çağıracak, nereye isterse oraya gideceğim. Siz öğrendiklerinizi unutmayın, Kara Han böyle istedi" dedi. İnsanlar kendi hâline bırakıp o da gitti.... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar