GwindonSurion Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 yeğenim için yazdığım bir kitap henüz hepsini bilgisayara geçirmedim fakat yazdığım kısma kadar eleştirme yaparsanız çok sevinirim Bir gün arkadaşlarla birlikte ormana piknik yapmaya gitmiştik.Kışın ortasında aklımıza nereden estiyse...Yüklendik erzağımızı ve ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladık.Biraz aramadan sonra sonunda güzel bir düzlük bulduk.Orman o kadar güzeldi ki her yer yemyeşil manzara ise mükemmeldi.Yemekten sonra biraz ormanda top oynadık.Hava da gittikçe kararıyordu ve aniden şimşekler ormanın sessizliğine bir bomba gibi düşmüştü.Yağmur yavaş yavaş başladıysa da her şimşekle sanki gaza geliyor daha da şiddetleniyordu.Yağmurdan deliler gibi kaçmaya başladık.Nereye gittiğimizi bilmiyorduk,ortalık çok ıssızdı.Ben ilerde bir kulübe gördüm.Hızlıca oraya koşmaya başladık.Sonunda kulübeye vardık.Koca ormanda kırmızı güllerin arasında küçücük bir kulübe..Kapıyı çaldık ve koca sakallı göbekli bir yaşlı adam bizi hemen içeri aldı.Evde sadece o vardı.Evinin haline bakılırsa gençken bir denizciydi.Yerler gemi iskelesi gibi , kapının arkasında bir dümen , duvarlarda tayfalarıyla resimleri ve sanırım kendi yaptığı gemi maketleri.. İhtiyar bize neden burada olduğumuzu sordu bizde neler olduğunu anlattık.”Maceracı gençlere benziyorsunuz” dedi.E tabi maceradan kim hoşlanmaz.”Size başımdan geçen bir olayı anlatayım yağmur uzun sürecek gibi buralarda hemen dinmez durun önce biraz sıcak çikolata getirim, içiniz ısınsın” dedi.Biz baya heyecanlandık.Hikayeleri severiz , özellikle de ben.Babam her gece gençliğinde başına gelen olayları anlatırdı.Tabi artık büyüdüm ve o kadar inandırıcı gelmemeye başladı.Yaşlı adam geri döndü ve içeceklerimizi verdi.Ve çok merak ettiğimiz hikayesini anlatmaya başladı. -O zamanlar sanırım 23 yaşlarında genç bir delikanlıydım.Tabii bana aşık olan baya kız vardı bakmayın siz yaşlanınca süzüldüm.Zamanımı hep denizde geçirirdim bir kaptan olmak isterdim hep ve oldum da.Gemilere bayılıyordum sanki annemden gemiyle doğmuştum.Bir sabah tayfamı topladım , iskelede toplandık ve gemiye bindik.Bir kargo işi vardı da..Buradan taa İngiltere’ye kadar.Kısa yol değil tabi , Kanada’dan oraya koca bir okyanus var, korsanları da unutmamak gerekir..Lanet olasıcalar bu aralar baya çoğaldı , cumhuriyet birliği de onlara karşı hiçbir şey yapamaz duruma geldi Yüce Manitu sonumuzu hayır etsin(Yüce Manitu yani Elbert Manitu: Eski bir korsan savaşçısı.Port Royale de korsanlara karşı çok büyük zaferler kazanmış ve en güçlü 2 korsan klanını alt etmiştir şimdide korsanlara karşı kendilerini koruyacak melek olarak ona tapıyorlar ve onun için festivaller düzenleniyor).. Yolsun 1-1.5 ay süreceğini bildiğimiz için hazırlıklı olmak istedik gemiyi erzaklarla doldurduk ve hemen yola çıktık.Deniz, kaptan olarak ilk yolculuğumu güzel karşılamıştı.Bize gayet güzel bir rüzgar verdi ve deniz ortü gibi dümdüzdü.Yolculuğumuzun her gününü şarap içip şarkı söyleyerek ve elbette korsanlarla karşılaşmamak için dua ederek geçirdik.Üçüncü haftamız iyi başlamamıştı deniz gittikçe kabarıyordu ve etraf artık sisten görünmemeye başlıyordu yavaş yavaş..Öğle yemeğinden sonra dümene geçtiğimde acı çığlıklar duymaya başladım ama nereden geldiğini bir türlü çözemiyordum.Gözlerimi sisin arasına diktim , ortalığı tıpkı bir şahin gibi süzmeye başladım o anda sisin arkasında bir şey fark ettim.Hemen dürbünüme sarıldım baba yadigarı som altın bir ajan dürbünü.Her neyse nesneyi daha yakından görünce küçük bir kayık olduğunu fark ettim.O kayığın görüntüsü hala gözümün önünde..O kadar profesyonelce yapılmıştı ki , her yeri ince oymalar ve işlemelerle doluydu.Kim bilir o kayığın gemisi nasıl bir şeydir.Kayık bize iyice yaklaşınca içindeki adamı güverteye çektik ve başına gelenleri sorduk , tabi korsanların saldırısına uğradıkları her halinden belliydi hemen anlamıştık. Başından geçenleri , korsanlardan nasıl kurtulduklarını anlattı: Güneşin doğmasına daha 4 saat vardı.Denizde hiçbir hareket yoktu ve üzeri ince bir sis tabakası ile kaplıydı , rotamızın olduğu taraf tamamen sis ile kaplıydı oradan geçmeye korkuyorduk fakat başka seçeneğimiz yoktu peşimizde muhtemel korsanların olduğunu bildiğimden gündüzü bekleyemezdim ve tayfam çok yorgundu aylardık denizdeydik.Sisin içine son hızda gidiyorduk ki aniden sisin içinden 4 korsan gemisi çıktı , hemen alarm verdim bir yandan alarm zili çalıyor bir yandan da tayfalarım yataktan çıktıkları gibi yelkenlere sarıldılar ben ise bir çırpıda dümene geçtim.Gemiyi hemen geri çevirmeye başladım fakat bu yaptığım çok büyük bir hataydı..Gemi onlara doğru yan bakınca korsanlar için daha kolay bir pozisyon oluşturdum..Geminin sağ tarafı tamamen parçalandı hemen kıç tarafına koştum ve kayığa atladım hatırladığım son şey buydu sonra siz beni kurtardınız. Korsanların arkalarından neden kovaladıklarını sordum.Biliyorum saçma bir soruydu korsanlar önlerine gelene saldırır ama cevabı duyduktan sonra sömürge için olmadığını anladım.. Herhalde hepiniz şu meşhur Melson efsanesini bilirsinizdir(çocukların bu adayla ilgili hiçbir bilgisi yoktur ama yaşlı adamı kırmamak için biliyor gibi yapıyorlar). Bulunamayan Ada veya Ganimet Adası olarak da adlandırılır.Her neyse, bilin bakalım o adanın haritası kimde varmış?Adamdan bunu duyunca…… sanırım adı Marco’ydu benim ve elli barbar tipli tayfamın gözleri fal taşı gibi açıldı başlarda numara yaptığını zannetsem de haritayı görünce inanmaya başladım.Haritada bir şifre vardı sanki, hiyeroglif dilindeydi, çözemiyordum.Fakat Marco ganimeti paylaşmak takdirinde bize yolu göstermeyi teklif etti.Hemen planlarımızı yaptık, stoğumuzu gözden geçirip rotayı belirledik ve olası bir tehlikeye karşı kılıçlarımızı bileyip zırhlarımızı hazırladık.Ada bulunduğumuz yerden taş çatlasa bir buçuk hafta uzaklıktaydı.Kargo işini tamamen unutmuştum.On iki gün sonra bir gece aniden fırtına başladı..Güverteye fırlayıp hemen dümeni ikinci kaptandan devraldım.Ortalığı aydınlatan tek şey tanrıların lanet kusarmışçasına birbirlerine attığı şimşeklerdi.Çıkan fırtına yüzünden dalgalar artık gemi boyunu tamamen aşmıştı.Yelkenler rüzgara karşı gelmekte artık tamamen zorluk çekiyor derken bir yıldırım onları ortadan ikiye ayırdı.Dalgalara karşı kendimizi savunacak artık hiçbir şeyimiz kalmamızdı..Tayfalardan bazıları ağlıyordu onları ağır bir tokatla kendilerine getirdim hiçbirimiz orada ölmeyecektik!Tabi çoğu kişinin öleceğini biliyordum fakat bir kaptan olarak tayfaların moralinin daima en yüksek seviyede olmasını sağlamaya çalışıyordum.Gemi oradan oraya savruluyordu.Ansızın bir dalga bizi top güllesi gibi vurdu.Gemi su alıyordu.Artık yapacak hiçbir şeyimiz kalmamıştı, batacaktık ve sadece iki tane kayığımız vardı.Beş kişi yelkenin devrilmesi ile çoktan ölmüştü, on üç kişide dalgalar arasında yok olmuştu.Kurtulma şansımızın artık kalmadığını anladığımda biraz geç olmuştu..Sadece iki tane kayık vardı, yani yanımda en fazla on beş kişiyi alabilecektim.Zaman gittikçe daralıyordu, batmak üzereydik! Korsan saldırılarından endişeleniyorduk ama gel gör ki hiç beklemediğimiz bir anda fırtına korsanların görevini üstlenmişçesine vurdu bizi.. Doğa ananın canı cehenneme , hiçbir şey beni kendi evimde öldüremez! Seçimimi hızlıca yaptım on beş en iyi denizcimi ve Marco’yu yanıma aldım , geride kalanlar seçimime saygı duydular çünkü onlar da zor anların zor kararlar getirdiğini biliyordu.Hiçbiri de gemi batana dek güverteden ayrılmadı..Tıpkı birer denizci gibi öldüler.Normalde kaptanlar gemi batana kadar gemiden ayrılmaz fakat benim orda kalmamın hiç kimseye yararı olmazdı.. Bizim bir avantajımız daha vardı, kayıklarımız Viking yapımıydı.Onlar benim kaptanımın hediyeleriydi.Gemisinden ayrılırken bunları benim zor anlarımda ihtiyacım olur diye vermişti.Sağolsun çok iyi bir insan ve müşfik bir dosttu.Tabi korsanlar tarafından boğazı kesilip, Port Royale’e asmışlardı.Korsanlar bunu çok büyük bir zafer olarak gördüler çünkü yaşamı boyunca pek çok bölgedeki korsan nüfusunu köreltti. Akıntımızın da rotamıza yönelik olduğundan bayağı şanslıydık, fırtına uzun sürerse daha uzun sürede varabilirdik.Şimdi atak sırası bizdeydi.Hepimiz küreklere asıldık, dalgaları tıpkı Musa gibi delip geçiyorduk… Olaydan üç gün sonra sabah uyandığımızda kara sonunda göründü.O uzaklıktan bile o kadar güzel görünüyordu ki..Yarım saatlik zorlu kürek çekiş sırasında Marco bize ada hakkında bilgi verdi.Neyse ki yerlilere yetecek kadar savunmamız vardı.Yerlilerin bizim için herhangi bir tehtid oluşturacağını zannetmiyordum. Sonunda orayı bulmuştuk.Hepimiz kayıkta birer keyif şarabı içtik.Ada umduğumdan çok daha farklı çıktı.Üç tane ada ve sıra halinde idiler.Ortadaki ada Melson Adası olsa gerek çünkü diğerleri çok küçük fakat burası devasa boyutta bir adaydı.Etrafında ince bir sis tabakası vardı.Lavların denize vy-urmasından olsa gerek çünkü yanardağlar adanın errafını kaplamış haldeydiler.Görüntüsü çok güzeldi etrafı bembeyaz bir örtü ile çevrili yemyeşil ve yanardağların yarattığı süyah bulut üstünü örtüyordu.. [ Mesaj 18 Mart 2006, Cumartesi - 11:27 tarihinde, GwindonSurion tarafından güncellenmiştir ] Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Chasten Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 vay bea böle amca/dayı mız olmadı :) Hikayeyide biraz okudum kücükse tamamda büyüyünce hulan amca/dayı o kadra uğraştın biraz daha yaratıcı olamadınmı deme ihtimali var. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
GwindonSurion Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 niha:) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
GwindonSurion Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 18, 2006 (yannız öle dayı diyince o kadar büyük sanmayın 18 im ) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar