Finrod Mesaj tarihi: Aralık 15, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 15, 2005 Gizemli, loş bir mekan. Siyah silindir şapkalı, siyah giyimli, ciddi, biraz da ürkütücü bakışlı bir adam, elindeki zincirli cep saatinin yaptı gı sarkaç hareketini boş bakışlarla izleyen kıpırtısız kişiye sakin ama kesin bir tonla komutlar veriyor:"Göz kapakların ağırlaşıyor, ağırlaşıyor, daha da ağırlaşıyor ... kendini çok yorgun hissetmeye başlıyorsun..." Gerisi, mutlak teslimiyet durumundaki kişinin kaderine kalmış. Aldığı komuta göre ya kuzu gibi meleyecek, ya köpek gibi havlayacak, yada çevresinde dönüp duran hayali sineği avlamaya çalışacak. Çocukluğumuzdan beri kafalarımıza kazınan, filmlerin ünlü hipnoz sahnesi... Ancak, her ne kadar popüler olsa da, bu betimlemenin içerdiği unsurların hipnozu temsil ettiğini söylemek zor. Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı "Hypnos"un adıyla tanınan bu ilginç ve gizemli süreç, aslında günümüzün bakış açısıyla uykudan çok, gündelik kaygılardan uzak, ileri derecedeki bir rahatlama-gevşeme durumunu ve beraberinde gelen bir tür zihinsel yoğunlaşmayı içeriyor. Hipnotik 'trans' durumundaki kişiyse, hipnoz uygulayanın kölesi konumunda değil; aksine özgür iradeli bir katılımcı. Bilincin değişik bir fazının devrede olduğu hipnozda tam bilinçli halde bir şeyin olmasına çalışmak yerine, olmasına 'izin vermek' söz konusu. Kendi veya başkası tarafından yargılanma kaygısını, tümüyle olmasa da bir kenara atarak kurmaca yapma yeteneği, hipnozun önemli bir unsuru. Bazı insanlar için bu kurmaca öylesine gerçek ve canlı yaşanıyor ki, onu gerçekten ayırtmakta zorlanıyor, bazı durumlardaysa bunu başaramıyorlar bile. Tarihsel imajını biraz daha zedelemek anlamına gelse de, bir adım daha atıp hipnoz sürecinin beyaz bir duvara yapıştırılmış sarı bir post-it kağıdına yoğunlaşmayla bile başlatılabildiğini söylemek mümkün. Ve aslında hemen herkesin zaman zaman yaşamış olduğu, son derece doğal bir süreç olduğunu. Arabayla bir yere giderken geçilen yerlerin -iyi biliniyor ve tanınıyor da olsa- belli bir bölümünün tümüyle unutulduğu, bir kitaba yada başka bir şeye, çevrede olup biten hiçbir şeyin farkına varamayacak kadar yoğunlaşıldıgı, bedenin sanki bir otomatik pilot tarafından yönetildiği kimi durumlar, çoğu kişiye fazla yabancı olmasa gerek. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporları da insanların % 90 kadarının hipnotize edilebilir olduğunu söylüyor.Hipnoz başlı başına bir bilim alanı değil. Ancak içerdikleri, uzun zamandır bilimsel sorgulamanın ve bilimsel yöntemlerin kullanımı gerektiren deneysel ve kuramsal araştırmalara hedef durumunda. 200 yıldan uzun süredir de insanların kafasını kurcalıyor. Bir insanın hipnoz altında ne yaptığı anlaşılsa da, neden yaptığını anlamak konusunda katledilecek yol uzun.Ne olup bittiğini anlamak, başta hipnoz denen olguyu, yakasına yapışmış cinli-büyücülü söylemlerden sıyırıp insan zihninin olağan bir ürünü olarak ele almaya bağlı. Zihin, bir yönüyle bakıldığında zaten öyle çok mucizeyle dolu ki, yaratılarına süslü kıyafetler giydirmeye gerek yok.Bunlardan biri hakkında şans eseri bir ipucu ortaya çıkıverdiğinde onu yakalayıp kavramaya ve ondan olabildiğince yararlanmaya çalışmak, bir ölçüde hakkını vermeye yetse gerek. SAHNE VE PERDE ARKASI ... Hipnoz konusunda günümüzdeki baskın görüş, bu olgunun, kişinin bilinçaltına ulaşmanın dolaysız bir yolu olduğu şeklinde. Normalde, zihinsel işlevlerin yalnızca bilinçli olanlarıyla bir şeylerin "farkına varıyor", düşünce süreçleri üretiyoruz.Birçok soru üzerine bilinçle düşünüyor, sözcüklerimizi bilinçle seçiyor, anahtarlarımızı nereye bıraktığımızı hatırlamaya çalışırken yine bilincimizi devreye sokuyoruz. Ancak bilinç, bunca şeyin altından kalkmaya çalışırken yalnız değil. Zihnin, bilinçaltı denilen, perde arkasının sessiz işçisinden aldığı destek hiç de az sayılmaz. Bilinçaltı, problem çözmenizi, cümle kurmanızı yada kaybettiğiniz anahtarları bulmanızı olanaklı hale getiren bilgi birikimine siz fark etmeden sessizce ulaşıyor, plan ve fikirlerinizi bir araya getiriyor ve onları bilinçli süreçlerin yanı başında devreye sokuyor. Herhangi bir konuda beyninizde çakan bir şimşek, yalnızca bilincin değil, aslında bilinçaltınızda daha önceden işlemiş, süzmüş olduğunuz bilgilerin de bir sonucu. Dişçiyle randevunuzu, yada gönülsüzce yapacak olduğunuz bir işi unutmanızı da bilinçaltına borçlusunuz. Çünkü dişçiye gidecek olduğunuz bilgisinin, randevunuzu unuttuğunuzun farkına varıp da rahatlayacağınız ana kadar zihninizde kaçıp saklanacağı yer burası. Ne zaman ki randevuyu kaçırıyorsunuz, bilinciniz rahatlıyor, bilinçaltınız da bilgiyi bir üst seviyeye göndermekte sakınca görmüyor. Nefes alırken hangi kaslarımızı çalıştırmamız, araba kullanırken hangi pedala basmamız, dikiz aynasına bakıp bakmamamız gerektiğini bilincimizle ince ince düşünmüyorsak, nedeni tüm bu 'küçük' işlerin yükünü de bilinçaltının kaldırması. Sonuç olarak sahnedeki gösteriyi olanaklı kılan, tüm malzemeyi taşıyan ve sunan, perde arkasının bu çalışkan işçisi. Uyanıkken bilince düşen, kendisine sunulan bu malzemeyi değerlendirerek onu fikir üretme, düşünme ve k Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Qui Mesaj tarihi: Aralık 15, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 15, 2005 Konuyu araştırmak isteyenler için anahtar kelime olarak psikanaliz ve freud'u ekleyebiliriz sanırım.[signature][hline][email protected] icq narcosis shab prion Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar