Finrod Mesaj tarihi: Aralık 12, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 12, 2005 Rölativite teorisinin en önemli bulgularından biri de, madde ve enerjinin klasik fizikteki gibi birbirinden bağımsız, ayrı ayrı mutlak şeyler olmadıklarını göstermesidir. Çünkü aralarında bir fark yoktur. Madde çok yoğun bir enerji, enerji de çok seyrek bir maddedir. Ya da madde, donmuş bir enerji titreşimidir. Madde yoksa enerji, enerji yoksa madde yoktur. Madde ve enerji, aynı şeyin farklı birer görünümleridir ki, aralarındaki fark geçici bir hal olarak biri diğerine dönüşebilmektedir. Bir cisim (onu hızlandırmak üzere verdiğimiz enerji, cismin kütlesine ekleneceği için bunu bir kenara bırakırsak) ışık hızıyla yol aldığı zaman biz ona “ışık (enerji)” deriz. Aynı şekilde eğer bir ışık, enerji miktarına göre yoğunlaşır, durgun bir hale dönüşüp katılaşırsa o zaman da ona “madde” deriz. Her şeyin orijininin enerji, maddenin de bu madde-ötesi olan enerjiye dönüşme durumu aynı zamanda; madde ötesinde hiçbir şeyin olamayacağını, ezeli ve ebedi olduğu için de maddenin hiçbir şekilde yok edilemeyeceğine inanan materyalist ve ona dayalı tüm görüşleri de tamamen ortadan kaldırmıştır.Madde ile enerji arasındaki dönüşüm ya da eşitlik formülü ise; E= mx(c üzeri 2) ile ifade edilmektedir. Bunun anlamı; bir cismin kütlesinin ışık hızının karesiyle çarpımı, o cismin sahip olduğu enerjiyi bize vermesidir. Aynı şekilde bir cisimden ısı, ışık...vb çeşitli türlerde enerji yayımlanırsa cisim m=E/(c üzeri2) miktarınca kütle kaybeder. Az bir kütlenin çok büyük miktarlarda enerjiyle temsil edilmesinin nedeni ise, ışık hızının (dolayısıyla karesinin) çok büyük değerlerde oluşundandır. Bu yüzden 1945 yılında patlatılan atom bombasında ortaya çıkan korkunç enerji, kullanılan maddenin sadece çok çok az bir kısmının ışık, ısı, çeşitli radyasyon, ses ve hareket gibi çeşitli şekillerdeki enerji biçimlerine dönüştürülmesiyle meydana gelmiştir. Sadece termonükleer reaksiyonlarda değil, ısı veren diğer tüm kimyasal reaksiyonlarda da açığa çıkan enerjinin kaynağı da yine maddenin bir kısmının enerjiye dönüşme olayıdır.Enerjinin maddenin üst boyutu, maddenin de enerjinin bir görünümü olması durumu, asıl olanın enerji olduğunu, dolayısıyla maddenin hiçbir zaman var olmadığını bize göstermektedir. Bu yüzden bizler gerçekte maddesel bir ortam yerine, kendi beş duyusal yapımız da dahil olmak üzere, bölünmez, parçalanmaz ve holografik bir biçimde düzenlenmiş Tek bir yapıdaki sonsuz frekanslı (fotonlardan, madde ötesinden) ışıktan oluşmuş bir evrenin çok dar bir skalasında (aralığında) yer alan enerji titreşimleriyiz. Ancak, belli bir zaman önce varlık böyleydi de şimdi maddesel bir biçimde var değil, şu anda dahi öyledir. Benzer deyişle bizler gerçekte birer dalga-bilinç yapılı varlıklarız.Böylece, her biri kendi boyutunca maddesel olarak algılanan sonsuz enerji titreşimleri, Tek ve Tümel enerji alanının farklı birer görüntüleridir.Aynı şekilde dört boyutlu tekil bir yapının farklı birer görünümü olması nedeniyle, uzay-zaman arasındaki farklılık da bir yanılsamadan ibarettir. Yani birbirinden ayrı kavramlar değillerdir. Böylece, uzay ile zaman yer değiştirebilmekte, biri diğeri cinsinden ifade edilebilmektedir. Zamanı uzay cinsinden ifade ettiğimizde, zaman dolayısıyla geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım ortadan kalkarak yerini An kavramına bırakır. Bunu daha iyi anlamamız için; eğer bir cismin dört boyutlu resmini çekebilmiş olsaydık, bu fotoğrafta cismin var olduğu tüm zaman dilimlerinden sadece birini değil, zaman boyunca yer aldığı tüm dilimleri bir Bütün olarak görürdük. Oysa biz mekânı somut buna dik olan zaman boyutunu da soyut olarak algılamaktayız. Bunun matematiksel gösteriminde ise, mekanı Reel (gerçek), bu boyuta dik zaman boyutunu da sanal (imajiner) sayılarla ifade etmekteyiz. Bu yüzden zaman, mekânın (uzayın) yan yana (peş peşe) diziliminden kaynaklanan bir algı yanılsamasıdır ki, bu da zamanın aslında gelip geçen ve belli bir yöne (geçmişten, geleceğe ya da gelecekten geçmişe) doğru akan bir şey olmadığını bize göstermektedir. Bu konuda ünlü fizikçi Louis de Brogle şöyle demektedir: “ Hepimiz için aslında geçmişi ve geleceği oluşturan her şey, uzay-zamanda bütün bir blok haline dönüşür. Zamanın geçtiğini gören her gözlemci, uzay-zamanın yeni katmanlarını keşfedecektir. Bunlar onun için maddesel dünyanın peş peşe gelen öğeleri olarak gözükmektedir...” Bu nedenle, ‘an ‘ı yaşamak, içinde bulunulan kısa süreli zaman dilimini değil, geçmiş, şimdi ve geleceğin her an iç içe bulunduğu “sonsuz An ı” algılayıp değerlendirmek demektir.Uzay zamanın birbirine eş değerde olması kendisini çok çok küçük uzay aralıklarında daha da belirgin göstermektedir. Çünkü, mesafeler kısaldıkça zaman da aynı oranda kısalmaktaydı. Mesela Planck boyutları ya da karadeliklerin olay ufku kenarına (civarına) inildikçe uzay-zamanın kısalığı o kadar fazlalaşır ki, ikisi arasındaki ayrım tamamen ortadan kalkarak eşitlenmekte uzay, zamana; zaman da uzaya karışmaktadır. Tam Planck boyutu ya da karad Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar