kymophobia Mesaj tarihi: Eylül 14, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 14, 2005 Bu da sonu... Böylece eskiden kalma bir hikaye de paylaşılmış oldu... ------------------------------- Bölüm 3 [ Bir Gecelik Hayatın Özeti ] [i]Artık gece olduğu için sıra yoktu. Hemen en öndekine binip dolmasını bekledi. Dolduktan sonra cebinde kalan son parayı çıkartıp uzattı ve hafif yorgunluk, hafifte içkinin etkisiyle kafasını cama dayayıp son durağa gelmeyi beklemeye başladı. Dönüş yolu sahilden olduğu için arada gözlerini açıp denizi izliyordu. Sanki günün güzelliğini korumak ister gibi doğa ona tam seyirlik bir deniz sunmuştu. Üzerinde Ay’ı görmenizi sağlayacak kadar durgundu ama küçük bir meltem dengeyi sağlamak için oradaydı. Yolcu almak için durduklarında kapı açılıyor, yaprakların sesi ve denizin görüntüsünü aynı anda hissediyordu. Araç tam da istediği hızda gidiyordu. Ne çok hızlı, ne de çok yavaş. Belki de şoför aynadan bu durumunu görmüş, ona yardım ediyordu. İçinden, midesinin en arka tarafından gelip, akciğerlerini dolaşıp, tam boğazına kadar bir kahkaha geldi durumunu düşününce. Sanki bir filmden fırlamış gibi görünüyor olmalıydı. Beyninde filmin sahnesi oluşmaya başlamıştı yavaşça. Kamera mehtabı çekmektedir. Hafif dalgalar ve ufak bir esintiyle örülü hikayenin ilk karesiydi bu. Sonra kamera yavaş yavaş gerilemeye başlar. Geri gidebileceği son nokta, otoyola birkaç metre uzaktadır. Durduğu noktadan deniz, sahil, kıyıdaki kayalıklar ve sahil şeridini boydan boya geçen bir park alabiliyordu kareye. Yavaşça sağa doğru dönmeye başladı. Burada etraf bomboş olmalı. Bindiği araç karşıdan görünüyor ve kamera onu çekmeye başlıyor. Aralarında birkaç santimlik mesafe kalınca sağ arka tarafa yerleşiyor kamera ve camın arkasındaki yüzü çekmeye başlıyor. Aracın her duruşunda sağ ön taraftan yüzünü çekiyor, sonra da aracın içindeki kameraya geçip gözünü kapatıp nefes alışını çekiyor. - “Belki de yönetmen olabilirim. Ya da belki acemi bir kameraman...” Diyerekten bir gülümseme attı kendince, sessizce. Neredeyse gene hayal aleminde unutup kendini, boşlukta duymaz kalacaktı. Sonunda durağa varmışlardı. Bu kadar hayal gücü kullanılan bir yolculuk için fazla uzun zaman harcanmış, sıkılmaya başlamıştı. Minibüsten inip sol taraftaki her durağın etrafında mutlaka olan büfelerden birine, herhangi birine girdi. Arkadaşlarından bir tanesinin getirip başına attığı yemek çekleri işe yarayacaktı sonunda. Bu tarz yerlerde yenilecek fazla çeşit yoktur zaten. Ya pide, ya kokoreç ya da patates salatası. Pide hakkını zaten kullandığı için canı istemiyordu. Kokoreçte bu saatte çekilmezdi. Elde sadece patates salatası kalmıştı. Rahat olacağını düşündüğü masalardan birine yerleşti. Üzerindekileri çıkartıp yanındaki sandalyeye bırakınca ne kadar ağır bir yük taşımış olduğunu düşündü. Cüzdan, parfüm, telefon derken kendini bir anda sabah dolmuş sırasında bekleyen bayanın dalgacı cümleleri altında ezilir gibi hissetti. Parmağıyla işaret edip her hareketine kahkahalar atıyordu. - “Ama ben size hiçbir şey söylemedim ki. Sadece uzaktan yaptıklarınızı izledim. Çok ileri gittiniz...” - “Gene de dalga geçtin. Bu bile yeterli.” Kafası tekrar uçmuştu birkaç karış yukarıya. Bayağı yükselmiş olmalıydı ki yanına gelen garsonu fark etmedi bile. Ne zaman ki gözlerini içinden çıkartıp hayallerden çok dışarıya dikti, kendi ayaklarının yanında beyaz önlüklü ve beyaz pantolonlu bir adamı gördü. Bir saniye nerede olduğunu, ne yapmaya geldiğini ve bu adamın kim olabileceğini düşündü. Anlamasıyla kafasını kaldırıp bir patates salatası istemesi bir oldu. Adam da şaşırmıştı. Çünkü kafasını kaldırdığında adam orada duruyordu ama dışarıdan geçen arabaları izliyordu. Böylesine çabuk ya da böylesine aceleci bir cevap beklemiyordu belki de. Adam şaşkın gözlerle bakınıp; - “Hemen... dedi ve onu bırakıp gitti. Hoş durması zaten çok garip kaçardı.” Bir restoranda iseniz ve üstelik yalnızsanız beklemek gerçekten çok zor gelir. Zaman geçmez, yüzler tanıdık değildir, ciddiye alınmazsınız. Herkes sizi sadece oturan biri olarak görür. Hayır aslında oturan biri değil de yer kaplayan biri olarak görür. Güzel bir yerde oturmuşsanız da elinde silah olan birinden kaçın yani. Zaman su gibi akar ve tuzluk en yakın arkadaşınız haline gelir. Sonra size arkasını döner ve kürdanları kurcalarsınız. Parmağınızı bastırıp kaç tanesini alabileceğinize falan bakarsınız. Sonra üç dört tane kırıp küllüğe atarsınız ve küllüğe kaymış olursunuz. Artık o da eğlencenizin ortağıdır. Kullanıyorsanız bir sigara yakarsınız. Bütün bu zaman içinde mutlaka içeceğiniz gelir. Çünkü yiyecek üzerine kurulu mekanların tamamı, bir içecek daha alın da daha çok para getirin düşüncesini taşırlar. Belki avına arkadan yaklaşan kaplan ya da gözyaşları mutluluğu ve zevki damlatan timsahlar gibi denebilir buna ancak. Önden küçük saldırı, arkadan hesap gibi acı ve keskin dişler. Komik benzetme ama böyledir. Küçük bekleme arası patates salatasının masadaki yerini almasıyla son buldu. Kısa bir öksürük ve ardından gelen in Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Loras Mesaj tarihi: Eylül 16, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 16, 2005 Şu film sahnesi olayını tek düşünen ben değilmişim demek ki, yüreğime su serpildi bu sayede. Hikayeye yakışan bir son olmuş, içinden özellikle cımbızla çekip almak istediğim cümleler var, ama herkes okusun da bulsun. Sahne olayına olan sevgi son satılarda nasıl da belli. =) Eğlenceli oldu benim için tüm hikayeyi okuması, dahası varsa bekliyorum bu türde. Başarılar.[signature][hline]Follower Of Cyric,Prince Of Lies;Blog Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar