Laurelin Mesaj tarihi: Temmuz 22, 2005 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 22, 2005 Çok iyi bilindiği gibi Atatürk'ün hareket noktası, millet için olan dini "milletten ayrı bir müessese haline getiren düşünceye karşıdır; menfaatçilere, yobazlara, medeniyete çelme takmaya yeltenen kara kuvvete karşıdır. Yunanlıların İzmir'den kaçarken yaktıkları camileri yeniden yaptıran Atatürk'tü. İşgal altındaki ülkelerde kılınması caiz olmayan Cuma Namazı'nı kılmak olanağını Anadolu Müslümanları'na sağlayan Atatürk'tü. Eğitimi laikleştirmek amacıyla getirdiği "Tevhid-i Tedrisat Kanunu"nun (Eğitimin Birliği Yasası) 4. maddesinde, din adamı yetiştirmek için ayrı okullar öngören de Atatürk'tü. Ama bütün bunlar, eski düzen isteyen bazı çevrelerin, her yeniliğe karşı çıkmalarını ve Atatürk'ü "dinsizlik"le suçlamalarını engelleyememiştir. AKIL DİNİ, İSLÂM DİNİ Muhterem sanatkârlar, aziz arkadaşlar. Bizi yalnış yola sevkeden habisler bilesiniz ki alelekser din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep "şeriat" sözleriyle aldata gelmişlerdir.Tarihimizi okuyunuz,dinleyiniz.. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, elhamdülillah hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icaplarını öğrenmek için şundan, bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidir. Buna rağmen "hafta tatili dine aykırıdır" gibi hayırlı, akla ve dine uygun meseleler hakkında sizi kandırmaya çalışan alçaklara ilgi göstermeyiniz. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi alimler vardır. Milletimizin bu gibi alimleriyle iftihar eder. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin. "Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz?" deyiniz, fakat genel olarak buna da gerek yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçüye hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, islamın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın; o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabuk ettiği bir din olmasaydı yüce olmazdı, son din olmazdı. .................... Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler modern olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu düşüncesidir. Bu yanlış açıklamayı yapanların maksadı, islamların kâfirlere esir olmasını istemek değildir de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, Hoca olmak sarıkla değil, dimağlardır. DİNİ POLİTİKA ARACI YAPMAYINIZ Mensup olmaktan onur ve mutluluk duyduğumuz İslam Dini, yüzyıllar boyunca bir siyaset aracı olmaktan kurtarmanın gerçeğini gözlemiş bulunuyoruz. Kutsal ve Tanrısal dinimizi, aşırı isteklere sahne olan politikadan ve politikanın tüm etkisinden bir an evvel kesin kurtarılmalıdır. Ulusun, dünya ve ahretle ilgili, mutluluk buyruğu bir zorunluluktur. Ancak bu suretle İslam Dini'nin yüceliği gerçekleşir. ATATÜRK VE MEVLÂNA Milli Mücadele yılları içinde geçen birçok olaydan çok sonra Atatürk, Topkapı Sarayı Müzesi'ni ziyaret ediyor. Mukaddes emanetlerin bulunduğu dairenin önünde duruyor. Üstad Necmeddin Okyay Hocanın yazdığı ve sedefçi Vasıf Bey'in işlediği Mevlâna'nın Farsça bir kıtası bu dairenin kapısına hakkedilmiştir. Ata bu yazıya dikkatle bakıyor ve yanında Farsça bilen bir zata mânasını soruyor. Tercümesini aşağı yukarı şöyle yapıyorlar: "Bütün kapılar kapandı fakat senin kapın açıktır". Atatürk bir an düşünceye daldıktan sonra: "Hey koca sultan, bütün tekkeleri kapattık, fakat senin kapın açık kaldı." ATATÜRK DOLMABAHÇE'DE İLK TÜRKÇE KUR'ANI NASIL OKUDU? Saadettin Kaynak, hatıralarında bu konuyu şöyle anlatıyor: Bir gün Dolmabahçe Sarayı'nın Büyük Muayede Salonu'nda saz takımı toplanmıştı. Kanunu Mustafa, Mısırlı İbrahim, Nobar, Hafız Kemal, Hafız Rıza, Hafız Fahri hep oradaydık. Atatürk bir sınav ve deney yapmaya hazırlanmış görünüyordu. Elinde Cemil Said'in Türkçe Kur'an tercümesi vardı. Evvela Hafız Kemal'e verdi okuttu; fakat beğenmedi. "Ver bana, ben okuyacağım" dedi. Hakikaten okudu, ama - hâlâ gözümün önündedir - askere kumanda eder, emirler verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu. Bunun kendisi de farkına vardı. Elhamı sırayla dolaştırmaya başladı. Hafızlara birer birer okutuyordu. Solunda Hafız Kemal, sağında ben vardım. Hepsi okuduktan sonra sıra bana geldi. Hiç unutmam, Elhamı ötekilere verdiği gibi kapalı değil de, açmış, evvelden tespit ettiği anlaşılan sayfanın alt kısmını göstererek: "Bu işaret ettiğim ayeti okuyacaksın." Diye vermişti. Baktım; Nisa Suresi'nin 27. ayeti. Okumaya başladım: "Validelerinizi, kızlarınızı, hemşirelerinizi ve birader veya hemşirelerinizin kızlarını, Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar