Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Türk kimliği


Feamer

Öne çıkan mesajlar

42:49 dinledim bitti, benim takip edebildiğim kadar, karadeniz ve iç anadolu var ama "üfelemeli" çalgılar olacak, anadolu kaval ve sipsi falan ege-akdeniz ve doğu olarak benzerlerini dinlemiştim,

ama şunlar ile de benzerlik var,
https://www.youtube.com/watch?v=0dEkm0Mczzw

hatta macar ve moldava falan o civarlardan bile benzer tınılar çıkabiliyor,

mesela, keman biraz daha "yahudi" -krazmen mi ne bir ismi vardı aklıma gelmiyor şimdi- işi kalıyor ama üflemeli çalgı ve kadının eşlik etmesine gelince tanıdık tınılar geliyor. gerçi keman yerine kemençe falan olsa nasıl olurdu...
https://www.youtube.com/watch?v=J7zBJM-TgAE

köçekçeleri bilirsiniz,
https://www.youtube.com/watch?v=qJYiJFkc35M
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Tesekkurler Feamer, ozellikle bastan sona dinledigin icin.

Ben karsilastirma yapmakta zorlaniyorum artik zira bir yerden sonra kulagim korlesti. Karsilastiracagim muzigi dinlerken bu sefer bir oncekinin nasil birsey oldugunu unutuyorum.

Muzik konusunda egitimim olsa belki aralarindaki benzerlikleri ve farklari daha net anlatabilirdim ama ne yazik ki aciklayamiyorum.

Bulundugu cografyayi pek yansitmiyor diyebilirim. Bana kalirsa Iran'a da, Ozbekistan'a da benzemiyor ve de Azerbaycan'dan cok Turkiye'ye yakin. Sadece Turk halk muziginde kompozisyon daha oturakli; akilda yer edici, islikla calabilecegin ya da bir kismini duysan taniyabilecegin sarkilar var. Turkmen muziginin ise kafasi karsik gibi geliyor. Sonuncu ornek daha oturakli ama.

Kemence'ye bakiyorsun, Turkiye'de kullanim alani kisitli, Karadeniz ile ozdeslesmis. Karadeniz gibi Turkiye'nin en egreti, en yerel, "kesin Turk degil Rum falan bunlar" dedigimiz kulturune, Trabzon ve Rize sinirlari disinda Turkiye'de hicbiryerde duymadigimiz muzigine Turkmenistan collerinden gelen sarkilar arkadas oluveriyor bir anda. Tabi bu benzerlik horona kadar uzanmiyor, horon muzigi hala Karadeniz'e ozgu.

Ilginc buluyorum. Anadolu muziginin atasi olarak mi degerlendirilmeli yoksa ilginc bir tesaduf eseri Anadolu muzigine benzeyecek sekilde mi evrimlesmis. Bence incelemeye deger bir konu, sakli bir bilgi deposu olabilir Turkmenistan.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

şöyle bir durum var, osmanlı musikisi, halk müziğinden farklı olarak bizans kilise korosu, iran ve ermeni tarzı daha hakim. bazı bizans korolarının bizim ilahilerden neredeyse farkı yok, buraya koymuştum bir iki tane, birine uzaktan kısık ses dinletsen hangi ilahi bu der

ek yapılacak...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ek:
tabi bu biraz daha yüksek musikiye giren örnekler, orta ayarda anladığım kadarı ile daha çok fasıl tarzı işler hakim misal, Dimitri Kantemiroğlu. bu adam tarihine bakabilirsiniz enteresan ama konumuz ile alakalı kısmı, bu adamın osmanlıda dinlediği müziği batı tarzında notalara döken ilk kişi olması

mesela:
Dimitri Kantemiroğlu - Uzzäl uşūleş Darb-i feht
https://www.youtube.com/watch?v=tBWUVXGXGn0

veya şu şekilde arama ile bütün albüme ulaşılabilir,
Cantemir Dimitrie - 1673- 1723 - Hesperion XXI - Istanbul
merak eden dinlesin, benim arşivde olan 01:19:00 uzunluğunda bulamadım şimdi...

tabi burada, endülüs ve emevi/abbasi musikisini bilemek lazım geliyor olabilir, zira benim hakim olduğum bir alan değil ama tarz olarak benzer geliyor...

bunun dışında halk müziğine gelirsek, rumların rembetikosu ile osmanı klasik musikisinden bir ayrışma yapabiliyoruz gibi geliyor bana eğer ege antik yunan mirasından çok kopmamış ise sözlü ozanlık ve üflemeli çalgılar devam ediyor olması lazım ki, zaten anadoluya gelen türklerden farklı değil.

ermeniler, özellikle son dönem osmanlı müziğine yaptıkları katkılardan ne kadar ayır ne kadarı halk müziği olarak anabiliriz bilmiyorum. benim bildiğim kadarı ile yaşadıkları bölgelerden bir tek erzincan tarzı örnek gösterilebilir, bunun dışında özgün toprakları olan diyarbakır, var, erzurum, kars vb gibi yörelerden örnek var mıdır, kalmışmıdır bilmiyor, duymadım ama erzincan tarzındaki o klarnetli, cümbüş vari müzikler ve ağıt tarzı şarkılar örnek gösterilebilir ama dediğim gibi rembetiko gibi kesin bir ayrım ne derece yapılır bilimyor, bilen varsa yazsın

kürtler, bunu iran ve arap tarzından ne kadar ayırırız bilmiyorum zaten günümüzde türkü diye çalınan müziğin %60-70 bu bölgenin tarzına denk geliyor

karadeniz bölgesi, burayı son sakladım çünkü burası hakkında teorilerim var. bizim rizeli bi akraba müziklerinin ve oyunların rumlar ile benzer olduğunu iddia eden bir cümle kurmuştu etnik kimlik ile ilgili bir konuda. çok mualif olmadım ama ben dil hariç ki ne kadar benzer veya değil onu bilmiyorum, makam, çalgı ve oyunlarının "rumlar" ile bir alakasının olduğunu görmedim

tabi "rum" derken ne kast ediliyor orası önemli zira ben şey ermeniler içinde yapılıyor. rum tabiri için romalı veya greek leri değil, karadeniz bölgesinde yaşayan ortodoks ahaliyi baz alırsak bu oldukça saçma ve cahilce bir çözümleme olur zira seninle onun arasındaki tek fark büyük ihtimal onun köyünün hristiyan kalması senin köyünün müslüman olması, hal böyle olunca din değiştirme ile direk yusuf islam dinelemeye, tef çalmaya falan başlamayacağına göre bu kültür devam edecek olması lazım, tersi durum da geçerli tabi...

şimdi, bildiğimiz gibi karadeniz müziği kemence, tulum üzerine kurlu, sözlerin belirli bir kalıbının ve tarzının olduğu (çok uzmanı olmadığım için iddia edemen zira araştırmadığım bir mesela ama önemli olduğunu biliyorum) neyse dünya üzerinde tulum ve kemençe tarzı yaylı çalgı çalınan yerler sınırlı, avrupanın eski kelt bölgeleri ve bulgaristan. horon ile yine benzer ayak oyunu olan oyunları var, onlar tek ve çift yapıyor bizimkiler halay tarzı...

eski kelt bölgeleri zaten kelt bölgesi ama bulgaristan ve karadeniz için ne kadar kelt bölgesi denebilir? trakya da adamların ana vatanı ama bulgaristanın, bizim karadeniz bölgesi gibi sınırlı bir alanında çalınan çalgı ne kadar, üzerine onlarca göç almış bir toprakta devam edebilir veye eder mi?

bizim anadoluda da galatlar diye keltler var, bunlar orta anadoluda yaygın olmakla birlikte kızıl ırmak ve yeşil ırmak yayı ile hristiyan olmaları ile vesilesi kuzeye çıkmış olabilirler ama o bölge rum ve ermeni hinterlandı veya hinterlandına yakın + kendi anavatanları "galatya" ya uzak..., bunun dışında bulgar ve karadeniz bölgesine gelen bir ortak kavim ararsak bir tek uyuşan kıpçak/cumanlar kalıyor...

tabi "rum" müziği deyip geçebiliriz ama işte kelt/irish müziği ile bence çok benzer yanları var, öyle böyle değil. misal: Fiddle vs kemençe

öncelikle:
Fiddle
https://www.wikiwand.com/en/Fiddle
Byzantine lyra
https://www.wikiwand.com/en/Byzantine_lyra

+

Crwth
https://www.youtube.com/watch?v=nBWpB5zlerI

şeklen ve ses olarak benzerliği bir tarafa zira çinden ve asyadan "kabak kemani" benzeri çalgılar bulunabiliyor ama ben -nasıl diyelim- Fiddle makamının kemençe makamı ile çok farklı olduğunu düşünmüyorum, çok dinledim örneklerin, bende böyle bir kanı uyandı açıkçası, kemençe duyunca nasıl horon hissi uynadırıyorsa, fiddle işlerinde öyle hisler uyandırıyor, bence

son olarak, halk müziğinin doğru düzgün ve düzgün olarak klasik formunda dinleyebileceğimiz fazla yer yok, ben denk gelince trt radyo programlarını dinleme çalışıyor, örneğin son haftalarda karadeniz tulum tarzı üzerine program yapıyorlar yanılmıyorsam bu gün öğlen veya sonrası civarı olabilir, orada mesela bir iki denk geldiğim kadın vokal, yukarında verdiğim moldova halk şarkısından çok farklı değildi...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bu arada galatya haritaları farklı dönemde farklılık gösteriyor ama şunları yeni gördüm açıkçası,
https://pbs.twimg.com/media/C-XNx78XsAIAO_X.jpg
https://4.bp.blogspot.com/-4-LWmIoNomM/VUDb4XyzEII/AAAAAAAAAMw/9MpTEcq7m5w/s1600/galatia_3_web.jpg
http://mehmet-demirtas-2.blogspot.com.tr/2015/04/
https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2014/09/anadolu-ve-lejyonlar.jpg
mesela bu harita karadenize çok uzatmış
http://www.bible-history.com/geography/maps/Map-of-asia-minor.jpg
https://dshiflett.files.wordpress.com/2012/07/galatia-map.jpg?w=700

https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2014/09/anadolu-ve-lejyonlar.jpg
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Mübadelede Sivas’tan Rumların Göçü
http://hayatagacidergisi.com/mubadelede-sivastan-rumlarin-gocu/

said:
MÜBADELEDE SİVAS’TAN RUMLARIN GÖÇÜ

MÜBADELE GERÇEĞİ VE ORTODOKS TÜRKLER

İhsan Tevfik

30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan hükümetleri arasında Lozan Antlaşmasına ek olmak üzere imzalanan VI nolu “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” Türklerle birlikte Anadolu’da yaşayan yüz binlerce Ortodoks Rum’un ve Türk Ortodoksunun hayatını değiştirdi.

Ortodoks Türklerin mübadeleye sonradan dâhil edilmesi ve Rum Ortodokslarıyla birlikte on binlerce Türk Ortodoksunun istemeye istemeye ata topraklarından ayrılmak zorunda kalması onlar açısından da bir trajedi yarattı. Çünkü Türk Ortodoksları, Türkçeden başka dil bilmezlerdi ve dualarını bile Türkçe yaparlardı. Mübadeleyi anlatırken çoğu kez atlanan bu gerçeğin altını kuvvetlice çizmek zorundayız. “Türk Ortodoksları” diyorum, çünkü gidenlerin hepsi Ortodoks Rum değildi, Mübadele’de önemli sayıda Türk Ortodoksu da gitmişti. Mübadelenin 1. maddesi, mübadelenin milliyet değil din esasına göre yapılacağını hükme bağlıyor, sözleşme metninde “Ortodokslar” ve “Müslümanlar” ibareleri kullanılıyordu.

Türkiye kamuoyunun ilgililer dışında pek az bilgiye sahip olduğu bu konuda sınırlı sayıda araştırma vardır. Doç. Dr. Mustafa Ekincikli “Türk Ortodoksları”nı[1] anlattığı kitabının arka kapaktaki sunuş yazısında şunları söylemektedir: “Türk ve Hıristiyanlık kavramları pek yan yana kullanılmamaktadır. Günümüzde Hıristiyan Türklerin yaşadığını bilenlerin sayısı da oldukça azdır. Moldovya’daki Gagavuzların kimlikleri hakkında da bilgilerimiz sınırlıdır. Hâlbuki Milli Mücadele başladığında Papa Eftim başta olmak üzere Anadolu’da yaşayan Hıristiyan Türkler, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer alarak Rumlara karşı mücadele etmişlerdir.

Ülkemizde bu insanların mücadelesinden acaba kaç kişinin haberi var? Yakın tarihimizi anlatan kitaplarımızda nedense Hıristiyan Türklerin bu yardımlarından bahsedilmemektedir. Türk Ortodoksları işte bu unutulmuşluğun telafisi için kaleme alındı. En azından Türk insanının ilgisini, bu fedakâr topluluğun üzerine çekmek istedik.”

Yine bu konuda çalışma yapan araştırmacılardan Doç. Dr. Yonca Anzerlioğlu, Ortodoks Türklerin mübadelesi ile ilgili şu saptamayı yapmaktadır: “…Her ne kadar Lozan’da Türkçe konuşan veya Türk Ortodoksu olarak adlandırılan bu insanların Anadolu’da kalabileceği ihtimali üzerinde durulmuşsa da uygulamada bu gerçekleşmemiş ve milliyetten ziyade dinin esas alındığı bir antlaşma gereği, kendilerinin ırken Türk olduklarını her fırsatta dile getiren ve Milli Mücadele boyunca Ankara hükümetine destek vererek Fener Rum Patrikhanesi başta olmak üzere Anadolu üzerinde hak iddia eden tüm müttefik devletlere karşı mücadele etmeyi tercih eden Türk Ortodoksları da mübadeleye tabi tutularak ‘ana topraklarından başka… külliyen yabancı ahlâk ve (adetlerine) lisan(larına) gayrı muvafık muhitlerde’ yaşamak üzere Yunanistan’a gönderilmişlerdir.”[2]

Karamanlı Ortodoks Türkler, Karaman bölgesi ağırlıklı olsa da Anadolu’nun Sivas’a kadar uzanan geniş coğrafyasında karşımıza çıkmaktadır. Türkçe konuşan ve dualarını bile Türkçe yapan bu insanlar mübadelede gitmekten kurtulamamışlar ve Yunanistan’da “Türkosporoi” yani “Türk tohumu” denilerek toplum dışına itilmeye çalışılmışlardır. Yonca Anzerlioğlu, gayr-i Müslim nüfus içerisinde öz Türkçe isimlere “Bitinya” (bugünkü doğu ve güney Marmara) dışında “Sivas, Tokat, Ankara, Adana, Konya, Kayseri, Niğde, Nevşehir” gibi Orta Anadolu şehirlerinde de rastlandığını belirtmektedir.[3]

SİVAS’TA MÜBADELE ÖNCESİ KARŞILAŞTIRMALI NÜFUS VERİLERİ

Mübadelenin Sivas’a yansımasını ve boyutlarını anlamak için karşılaştırmalı nüfus verilerine kısaca göz atmakta fayda görüyorum. Sivas genelinde 1904’te (Sivas, Tokat, Amasya, Karahisar-ı Şarkî sancakları dâhil olmak üzere) Osmanlı resmi verilerine göre[4] 75.324 Rum, 143.406 Ermeni nüfus yaşamaktadır. (Yunanlı araştırmacı Atina Üniversitesi profesörlerinden George Sotiriadis’e göre; Sivas genelindeki Rum nüfus 99.379 kişidir.)

Osmanlı resmi nüfus verileriyle Sotiriadis’in verdiği rakamlar birbirinden farklıdır. Bir başka Yunanlı araştırmacı Georgios Nacracas, Sotiriadis’in verdiği rakamları abartılı bulmuştur ve 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Venizelos hükümetinin toprak taleplerine dayanak olarak Sotiriadis’in verdiği rakamları kullandığını belirtmiştir.[5]

Ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla özetlersek mübadele öncesinde 1904 yılında; Suşehri’nde (köylerle birlikte) Müslüman nüfustan (22.871) sonra Ermeniler (11.240) çoğunluktadır, Rum nüfus ise 2.040’tır. (Suşehri’nde 1881’de 2984 olan Rum nüfus 1904’te 2040’a iniyor. Bulhat, Uluçukur gibi Rum nüfusun yaşadığı köy ahalisinin başta arazi ve mera anlaşmazlığı olmak üzere çeşitli konularda bölgedeki diğer köylerle anlaşmazlıkları ve eşraftan Koçarzade İbrahim ile çatışmaları Rum nüfusun göçüne sebep olmuştur.)[6]

AYRILIŞ

1928 Yunanistan Nüfus Sayımı’na göre; Anadolu’dan 626.954, Doğu Karadeniz’den 182.169, İstanbul’dan 38.458 ve Doğu Trakya’dan 256.635 kişi olmak üzere toplam 1.104.216 kişi Yunanistan’a göç etmiştir.[7] Ancak bunların ne kadarının 1. Dünya Savaşı sırasında ne kadarının daha sonra göç ettiğini tam manasıyla bilememekteyiz.

30 Ocak 1923’teki mübadele sözleşmesiyle 186.189 Rum Yunanistan’a göç etmiştir.[8] Çünkü Rumların çoğu Kurtuluş Savaşı ve sonrasında gitmişlerdi. Mübadele öncesi gidenler de dâhil edildiğinde Yunanistan, bir milyon iki yüz bin kişiyi aşan Anadolu ve Trakya’dan giden mübadilleri yerleştirmek meselesiyle uğraşmıştır.

Sivas, Şebinkarahisar ve Suşehri’ne getirilen Türk mübadiller, Selanik veya Kavala limanı çıkış olmak üzere İstanbul ve sonrasında da Samsun veya Giresun limanı yoluyla getirilmişlerdir. Aynı bölgeden ayrılan Rum mübadiller de yine ağırlıklı olarak Samsun ve Giresun limanı yoluyla Yunanistan’a götürülmüşlerdir. Özellikle Suşehri ve Şebinkarahisar gibi Sivas’ın kuzeyindeki bölgelerde bulunan Rumların sevk edilmesinde Giresun, Samsun limanları etkin olarak kullanılmıştır. Gürün gibi güney ilçelerdeki Rum mübadillerin bir kısmı Kapadokya-Mersin limanı yoluyla gönderilmişlerdir.

Uygulamada mübadele planı aksamalarla yürüdüğü için liman şehirleri olan Samsun, Trabzon ve Giresun gibi yerlerde çok insan birikiyor, bu durum da salgın hastalıklar ve asayiş sorunu gibi çeşitli sorunlara yol açıyordu. Şehir ve kasabalarda biriken Rumlar zamanında gidemediği için gelen mübadillere de yer açılamıyordu. Onlar da çadırlarda olumsuz koşullarda barınmak durumunda kalıyorlardı.

Bu duruma ele aldığımız bölgeden bir örnek vermek gerekirse; Kayalar mübadilleriyle beraber gelecek olanların iskânı için Karahisar-ı Şarki’de ve Trabzon’da bulunan Rumlar ile beraber Sinop’ta toplanmış olan Rumların taşınması için vapur istendiği arşiv belgelerinde yer alıyordu.[9] Yaşanan çeşitli olumsuzluklar sonucu birçok mübadil, kendi imkânlarıyla yaşadıkları bölgelerden ayrılmıştır.

***

Osmanlı Arşivleri 1881 yılı Dâhiliye Sicil ve Nüfus Kayıtlarında (Kadın-erkek karışık nüfus) Suşehri bölgesinin toplam nüfusu: (merkez, nahiye ve köyler tamamı) 25.778 olarak veriliyor. Bölgenin Müslüman nüfusu 13.617, Ermeni nüfus 9.177, Rum nüfus 2.984 kişidir.

(Suşehri 1872 yılına kadar bugünkü Gölova bölgesinin adı iken 1872’de yapılan düzenleme ile hükümet konağı Ezbider’den Endires’e nakledilerek bölgenin merkezi şimdiki Suşehri olmuştur.)[10]

22 Ocak 1871 yılında neşredilen “İdare-i Umumiye-i Vilayat Nizamnamesi” akabinde 2 Nisan 1872 yılında mahalli hükümet Ezbider köyünden kaldırılmış ve Akşehir-i Âbad nahiyesine tâbi Andiryas köyü (Endires) kaymakamlık merkezi olmuştur. Ahalinin yardımlarıyla (15 bin guruş) Gönüloğlu Mehmed Ağa’nın arazisine hükümet konağı yaptırılmıştır.[11]

Suşehri’ne bağlı toplam 126 köyün; 87’si İslam, 16’sı Rum, 23 tanesi Ermeni-İslam karışık, 4 tanesi Ermeni köyüdür. Nahiye merkezleri olarak; Sis, Kirtanos, Ezbider-i Zir (Aşağı Ezbider), Akşar, Dumliç, Ağvanis adlarını görüyoruz.

Suşehri’nin merkez nüfusu (Endires ilçe merkezi) 2062 kişiden ibarettir. Müslüman nüfusu merkezde az olup 587 kişidir. Ermeniler merkezde fazla olup 1475 kişidir. Protestan nüfusu olarak 60 kişi gözükmektedir. Bu Protestanlar, misyonerlerin Gregoryen Ermenilerden Protestanlığa çevirdiği kişilerdir. (Vital Cuinet’in 1890 yılına ilişkin verdiği rakamlarda kaza merkezinde 950 Müslüman, 1050 gayr-ı Müslim nüfus gözüküyor.)

1881 yılına ait Suşehri’ndeki Rum köylerinin nüfusuna baktığımızda şunu görüyoruz: Sis nahiyesine bağlı; Şar (Şarköy) tamamı Rum 222, Gözköy 333’ü Rum 96’sı Müslüman olmak üzere 429, Mehniyer (Sağpazar) 66’sı Müslüman 44’ü Rum olmak üzere 110 kişi; Akşar nahiyesine bağlı; Kavşut tamamı Rum olmak üzere 138, Bicene tamamı Rum 136, Taklak tamamı Rum 139, Çermişek 20’si Müslüman 145’i Rum toplam 165, Bulhat köyü (Gözlüce) tamamı Rum 400; Ağvanis nahiyesine bağlı Söğütbeli 194, Uluçukur 250 Rum, Ömercik? (Şebinkarahisar’a bağlı Gölova ile sınır Örencik? olmalı) köyü tamamı Rum 336, Kuzuluk köyü 304; Dumliç’e nahiyesine bağlı Bulak 67, Tirçik 47, Çorak 76, Ağıl 153 Rum nüfustan oluşmaktadır.

Yukarıda verilen köylere ait Rum nüfusu topladığımızda 2984 rakamına ulaşıyoruz ki, (Suşehri ve civarındaki toplam 16 köyde yaşıyor Rumlar, Suşehri yani Endires merkezde Rum nüfus yoktur.) Bu durum, Suşehri bölgesinde bu yıllarda yaklaşık 3000 kadar Rum’un yaşadığı anlamına gelir. Yukarıda adı geçen Rum köylerinin çoğu, yüksek yerlerde yer alan dağlık köylerdir ve Ermeni köylerine göre merkeze daha uzaktır. 1288 (1871-72) yılı salnamesinden de; Suşehri nahiye merkezinde 2 ( Not: Suşehri o dönemde şimdiki Gölova bölgesinin adıydı.) Akşehir-i Abad’ta (Akşar) 2 tane Rum mektebi olduğu bilgisine ulaşıyoruz.

***

Sivas merkezde çok az Rum olduğunu biliyoruz. (1905 sayımına göre Sivas merkezde 2451’i kadın 3.301’i erkek olmak üzere 5752 Rum nüfus gözüküyor.) Suşehri’nden 3 bin civarında, Şebinkarahisar’dan 16.383 Rum nüfus, mübadil olarak ayrılmak zorunda kalmıştır. Ş.Karahisar’da 1904 verilerinde, ilçeler de dâhil olmak üzere 25.237 olarak gözüken Rum nüfusu 1905 sayımında kadın erkek toplam 20.367 olarak gözükmektedir. Sayımların sağlıklı olup olmaması ve değişik etkenler yüzünden rakamlar arasında farklılıklar her zaman görülebilmektedir.

1922’deki yeni vilayet yapılandırmasından önce Sivas’a bağlı bulunan Amasya, Tokat, Şebinkarahisar sancakları ve buralara bağlı birçok ilçe, nahiye merkezi ve köy de hesap edilirse resmi rakamlara göre bölge nüfusu bazında 75.000 Rum mübadil, (1905 sayımına göre ise toplam 67.374 Rum nüfus) Sivas’tan, Sivas’a bağlı sancak ve kazalardan, köylerden ayrılmıştır. Bu da Sivas’tan -sancakların da dâhil edildiği bölge nüfusuna göre- % 6.44 oranında kadar Rum’un veya Türk Ortodoksunun -veya farklı yorumlara göre Türkçe konuşan Ortodoksun- ayrılışı anlamına gelir.

***

Suşehri ve Şebinkarahisar gibi iç bölgelerdeki Rumların 1924 yılı sonlarına kadar ancak taşınabildiğini kayıtlardan ve tanıklıklardan öğreniyoruz. Tamamı Rum nüfustan oluşan Suşehri’ne bağlı Şarköy Rumlarının ancak 1924 yılı sonlarına doğru ayrılabildiğini tanıklara dayanarak da rahatlıkla ifade edebiliriz.

Babaları, dedeleri Suşehri Şarköy’den (Şaryeri) mübadil olan İlias Akritidis’in ve Giannis Asfaltidis’in[12] aktardığı bilgilere ve bölgeye yaptığımız gezide kendi tespitlerimize göre; Suşehri ve köyleriyle Zara-Şerefiye’ye bağlı köylerden giden Rum mübadillerin çoğu Makedonya bölgesinde Kayalar kazasına 1924’ün sonlarına doğru gitmişlerdir.

Örnek vermek gerekirse; Zara’nın Şerefiye nahiyesine bağlı Kızık, Göktepe, Pazarbelen, Kayadibi köyleriyle Suşehri’ne bağlı Şarköy (Şaryeri), Gözköy, Sağpazar (Mehniyer), Taklak, Çorak, Çermişek, Kavşut, eskiden Suşehri’ne şimdiyse Gölova ilçesine bağlı Uluçukur, Gözlüce (Bulhat), Akıncılar merkez ve köyleri olan Tirçik, Ağıl, Koyulhisar merkez ve merkeze bağlı Değirmentaş gibi köylerin ahalisinin bir kısmı Kozani vilayetine ve oraya bağlı Kayalar kazasına, köylerine mübadil olarak iskân olmuşlardır. Bu yerler âhalisinden Kuzey Yunanistan’da başka yerlere yerleşenler de olmuştur.

Sivas’tan giden Rum mübadillerin Drama’ya yakın Nea Sevasteia (Yeni Sivas) kasabasını kurduklarını öğreniyoruz. Şebinkarahisar ve Suşehri bölgesinden gidenler de Batı Makedonya’da Nea Nikopolis [13] (Yeni Şebinkarahisar) yerleşim birimini kurmuşlardır.

(Şebinkarahisar’ın 1530 Tahrir kayıtlarında yani Osmanlı klasik idari yapısında adı “Kigonya-Kegonya” olarak geçmektedir. Halk “Kegonia” adını pek kullanmamıştır. Evliya Çelebi’nin kayıtlarında da bu adlandırma geçmemektedir. Bazı kaynaklarda da şehrin adı “Koloneia” olarak geçmektedir. Şebinkarahisar için kullanılan ‘Nikopolis’ yani zafer şehri adlandırmasının aslında Suşehri’ne bağlı Pürk’te kurulmuş olan MÖ. 66 yılındaki Roma İmparatoru Pompeus’un kurduğu eski şehir için kullanıldığı birçok kaynakta geçmektedir. Bu şehir, MS. 499 yılında yıkılmışsa da İmparator Jüstinyen burayı onarıp içine kilise yaptırmıştır ama şehir eski ihtişamına kavuşamamıştır.)[14]

TÜRKİYE’DE SİVAS, YUNANİSTAN’DA SEVASTEİA

“Sivas” adının kaynağı ile ilgili farklı rivayetler olsa da konumuzla ilgili olarak Roma geçmişine baktığımızda şu rivayeti görüyoruz. “Pontus kralı Polemon’un eşi olup kocasının ölümünden sonra onun memleketine mirasçı olan Pythodoris (Pitodoris), Diopolis’i onarıp canlandırarak ünlü Augustus’a özel bir saygı olmak üzere bu şehre ‘Sebastia’ adını vermiştir.”[15] (Augusteum, Yunanca Sebastia, yani ‘şehir’ ve ‘eyalet’ anlamına gelmektedir. Adı geçen Augustus, ünlü Roma kralı Augustus’tur.)

Yunanistan’da bugün Türkiye’den mübadil olarak giden Sivaslılar, dağınık olarak yaşamaktadırlar ve Sivas adını da Kuzey Yunanistan’ın çeşitli yerlerinde “Sevasteia, Nea Sevasteia, Sebastia” olarak yaşatmaktadırlar. Kendilerine sorulduğunda da “Sevastiyalıyız, Sivaslıyız.” ifadelerini kullanmaktadırlar.

Sivaslı Rumların Yunanistan’da nerelerde iskân edildiğine değinmek mübadelenin yapılış biçimine dair önemli bilgiler verecektir. Kuzey Yunanistan’a sonuncusu 18-20 Haziran 2013 tarihlerinde olmak üzere dört kez gittim. Atina’ya uğramadım. Daha çok mübadelenin ağırlıklı olarak yaşandığı Kuzey Yunanistan şehir, ilçe ve köylerini gezdim. Selanik’e bağlı Selanik’in kuzeydoğusunda Serez vilayeti sınırında yer alan hem “Sevastia” diye bir yerleşim yeri var, hemen üstünde ayrıca “Nea Sevastia” yani “Yeni Sivas” var. Oraları zaman darlığı dolayısıyla ve yolculuk güzergâhımız farklı olduğu için gezemedik.

Özetle; Yunanistan’a yaptığım son gezi itibarıyla saptayabildiğim ve çeşitli haritalardan da doğruladığım “Sivas-Yeni Sivas” adını taşıyan üç ayrı yerleşim yeri var. (Nea, Rumcada ‘yeni’ demektir ve ‘nea’ adını taşıyan bir yer Yunanistan’da muhakkak mübadil yerleşim yeridir.) Bu ziyarette programımızda olan Drama vilayetine bağlı Nea Sevasteia’ya yani Yeni Sivas’a ilk kez uğradım. Yeni Sivas’a mübadil olarak Sivas’tan, Samsun’dan ve Pontus bölgesinden gelenler yerleşmiş.

Rum mübadillerce Sivas’ın ve özellikle kuzeyinin ‘Pontus’ olarak adlandırılması, Sivas’ın bir zamanlar Pontus krallığına bağlı bir şehir oluşundandır. Bugün Samsun’a bağlı olan Havza, Lâdik ve Vezirköprü ilçeleri o dönemde Sivas vilayeti Amasya sancağına bağlı yerleşim yerleridir. Bunun için Havza’ya bağlı Ersandık köyünden Yunanistan’ın Kozani vilayetine bağlı çeşitli köylere göçen Rum mübadiller, kendilerini hâlâ “Sivaslı” olarak tanımlıyorlar ve “Sevastiyalıyız. Sevastiya’dan muhacir olmuşuz buralara.” diyorlar”[16]

SİVASLI, TOKATLI, AMASYALI YORGO’LAR

Tokat, Amasya ve ilçelerinden giden Rum mübadillerle ve Türkçe konuşan Ortodokslarla sohbet ettiğimizde onların da kendilerini önce “Sivaslı” olarak nitelediklerini gördük. Nerdeyse 90 yıl önceki Türkçeyle konuştular bizimle. Mesela Amasyalı Yorgo, Amasya’dan gelmekle birlikte “Vilayetimiz Sivas imiş.” diyenlerden. Yorgo, Sivas’tan daha önce ziyaret için oraya birilerinin geldiğini anlatmak için “Bayaktan, Sivastan buraya adamlar gelmişidi.” diyor. Bu, ‘bayaktan’-‘bayağıdan’, yani ‘epey önceden’ anlamındaki sözcüğü Türkiye’de bugün kaç kişi bilir ve kullanır? Ama Sivas ve civarında yaşayan eski adamların çoğu bu sözcüğü bilir de kullanır da.

Kayalar’ın Kolartsa köyünde rastladığımız yetmiş yaşındaki Yorgo Papadopulos’a büyüklerinin nereden geldiğini soruyorum. “Tokat Teknecük’ten gelmişiz. Eme (ama) vilayetimiz Sivas’tır.” diye cevaplıyor. “Çiftçilik mi yapıyorsunuz burada? Ne zaman gelmiş sizinkiler?” sorumu Tokat-Sivas ağzıyla cevaplıyor: “He, ireşberlik (rençberlik) ediyok, çiftçilik yapıyok burada, orda da öyleyidi, davar da (koyun sürüsü) yapıyoduk. Eyi geçiniyolardı bizimkiler orda da, nasıl oldu bilmiyom olmuş işte. Böyle akşam sabah ayrılık oldu. Bizimkiler 1922-23’te gelmişler, bi’ müddet beraber yaşamışlar burada Türklerle, sıkıntı olmamış. Buraya Sevastia’dan (Sivas), Amasya’dan, Trabzon’dan, Amasya’dan her bi’ taraftan gelmişler işte.”

Yunanistan’da “Yorgo” adı, bizdeki Mehmet kadar çoktur. Sivaslıların, Tokatlıların, Amasyalıların gelip yerleştiği şirin Kolartsa (Kolarça), küçük şirin bir Anadolu köyü sanki… Türkçe konuşmayan yok nerdeyse. Biraz uzakta duran ve sohbete karışmayan bir başka Sivaslı Rum’a, “Türkçe bilmiyor musun?” dediğimde bize verdiği cevap katıla katıla güldürüyor beni. Tam da Sivas-Tokat bölgesinin ağzıyla diyor ki: “Ağnıyom eme gonuşamıyom”

Köyde Almanya’da çalışan gurbetçi çok… Türkiye’deki Sivaslı gurbete çıkar da buradaki aşağı kalır mı ondan? Kahvedekilerin kimi, Almanya’da bir Türk arkadaşının verdiği tespihi gösterirken diğeri eve apar topar gidip arkadaşının kendisine Almanya’da hediye ettiği Sivas işi uzun ahşap tütün çubuğunu gösteriyor. Üzerinde kırmızı iplerle yazılmış: “Sivas Hatırası” yazısı, Sivas’tan iki bin küsur kilometre uzakta Yunanistan-Makedonya sınırındaki bir köyde karşıma çıkıyor.

Mesafeler arasındaki bu kadar uzaklığa ve mübadelenin üzerinden tam 90 yıl geçmesine rağmen kültürler arasındaki bu yakınlık ve samimi diyalog beni şaşırtıyor yine de. Ama şaşmamak gerek aslında. Kültür dediğin şey asırlar içinde şekilleniyor ve nereye gidersen git az veya çok o kültürü bir şekilde kendinle beraber taşıyorsun. Tam bunları düşünürken Kahvedeki bir diğer Yorgo, Amasya Dereköy’den büyükleri gelme Yorgo Yörecioğlu söze karışıyor ve işin özetini bir güzel yapıyor bize, diyor ki: “Babam oralara getti, sizinkiler çok iyi garşuladı. Böyükler seni gandırmak, beni gandırmak isterler, politik gonuşurlar. Gulah asma.”

Yukarıda A. Pavlidis’in belirttiği gibi (bkz. dipnot:13) Şebinkarahisar’dan göç eden Rum mübadiller de Kozani vilayeti Kayalar (Cumapazarı) kazasına bağlı bir yerleşim birimi olan Nea Nikopolis’e yerleşiyorlar. (Nikopolis, Koloneia, Kögonia Şebinkarahisar’ın eski adlarıdır.) Bir zamanlar Sivas’a bağlı bir sancak olan Şebinkarahisar’dan ve civarından göçenlerin kurduğu Nea Nikopolis’in Türkler zamanındaki adı Küçük Matlı’dır. Hemen aşağısında da şimdi “Vatero” adını taşıyan “Koca Matlı” köyü vardır.

Şebinkarahisarlıların yerleştiği ve adının Nea Nikopolis yapıldığı Küçük Matlı köyü, 3 Nisan 2012’de yüz yaşında vefat eden 1. kuşak mübadil Mehmet Kırca’nın anlatımıyla, “Sarı Göl etrafında yer alan bereketli köylerdendir.” (Sarı Göl, Kayalar-Cumapazarı Ovası’nın tam ortasında büyük bir göldür. Altından kömür çıktığı için II. Dünya Harbi’nden sonra kurutulmuş, gölün etrafındaki ondan fazla köy de kamulaştırılarak kaldırılmış, termik santraller dikilmiştir. Bizim büyüklerimizin geldiği Haydarlı köyü de maalesef artık yoktur.)

Kozani vilayeti Kayalar kazasında (Cumapazarı) ve köylerinde Sivas’ın Suşehri ve Zara ilçelerinden göç etmiş Rum mübadiller yaşıyor. Bu köylerden bazıları Krimse (Messovouno), Katraniçe, Kolartsa, Kölemez, Uçana gibi köylerdir. Gitmedim ama Karaferye’ye bağlı Zevrohori köyünde de Sivaslı mübadillerin varlığını duydum.

Kozani’nin batısındaki Nasliç kazasına bağlı Çutil nahiye merkezinde ve oraya bağlı Çavelar, Rezne, Vilişt, Çerapyani gibi sayısını çoğaltabileceğimiz başka köylerde de Sivas’ın çeşitli yerlerinden buraya gelmiş mübadiller yaşamaktadır. Sivas coğrafyasından göç etmiş 70 bin civarında insan -sadece “Sevastia”, “Nikopolis” gibi eski memleket adlarının hatıra olarak yaşatıldığı yerlerde değil- Yunanistan’ın kuzeyinde birçok şehir, köy ve kasabada dağınık bir halde yaşamaktadır. Ama aynı köylüler ve kasabalılar birbirlerine daha yakın yerleşim yerlerinde oturmaktadırlar.

“MÜBADİLİ GÖZLERİNDEN TANIRSIN”

Karşılıklı iki milyon insanın zorunlu göçünden hayata dair birçok acılı hikâye kalmıştır elbette. Biz mübadelenin sadece Sivas’a yansıyan yönüne bakmaya çalıştık. Rakamların sınırlı sayıda ve çok donuk bir şekilde söyleyebildiğini en doğru olarak insanların gerçek hikâyeleri anlatıyor bize. Ve o öykülerde çoğumuzun yeterince anlayamayacağı hasretler, acılar ön plâna çıkıyor. Ekin değilsin ki savrulasın, yaprak değilsin ki öylece umarsızca uçup gidesin. Kim bilir kaç asırlık bir köksün toprağında ama bir anda o kökün o toprakla ilişkisi kesiliyor. Mübadele denen şey, budur gerçekte. Ve bir mübadili en iyi gözlerinden tanırsınız.

Tarihsellik, değişen şartlar her şey öne sürülebilir ama dönüşü olmayan zorunlu göçü toprağından bir anda ayrılmak zorunda kalana kimse açıklayamaz. Açıklansa da yürek kabul etmez sanırım. Türk olsun, Rum olsun başka bir milletten olsun “Memleket” diye diye sayıklayarak ölenlerin ruh yapısını kendimizi onların yerine koymaya çalışarak anlayabiliriz belki.

Sivas’ın Zara ilçesine bağlı Şerefiye nahiyesinin Kızık köyünden Kayalar’a mübadil olmuş seksenlik Vangel’in sözleri geldi aklıma: “Biz kardaşız be, aynı toprahta barabar yaşaduh, lanet olsun işi bozan böyüklere, siyasete. Böyük devletler seni beni kapıştırdı, huzur istemedi. Olan bize oldu. Senle benim aramdaki fark ne?” diyordu. Göç, sanıldığından daha zor bir iştir. Asırlık köklerden kopmanın acısını bizzat yaşayanlardan, mübadillerden başka kim bilebilir ki? Memleket değiştirmek gömlek değiştirmeye benzemez elbette.

[1] Doç.Dr. Mustafa Ekincikli, Türk Ortodoksları, Siyasal Kitabevi, Ankara 1998, 214 s.

[2] Doç. Dr. Yonca Anzerlioğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yay., Ankara 2003, 1. baskı, 376 s.

[3] Bkz. a.g.e., s.124

[4] H. 1321 (M. 1904) senesi Sivas vilayeti Karahisar-ı Şarkî Sancağı Nüfus Bilgileri, Dâhiliye Sicil-i Nüfus Müdiriyeti’nden alınmıştır.)

[5] Georgios Nacracas, (Çev. İbram Onsunoğlu), Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, (1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi), Batavia Yayınevi, Selanik 2000, (Türkiye’de yayımlanışı) Belge Yayınları, 1. baskı, İstanbul, Şubat 2003

[6] BOA, Fon Kodu: İ..ML.. , 19/L /1318 H.-1902 M., Dosya No:42, Gömlek No:1318, L-18; “Sivas vilayeti Suşehri kazasına tabi Bul(h)ad köyü eski ahalisinden olan Rumların göçmesi dolayısıyla iskan edilen muhacirlere taksim edilen arazi ve emlak bedelinin senelik vergilerine ilave edilerek tahsili.” // BOA, Fon Kodu: DH.MKT., Tarih: 21/R /1327 (Hicrî), Dosya No:2809, Gömlek No:93, “Suşehri’nde mera meselesi yüzünden İslam ve Rumlar arasında çatışma çıktığı ve ahaliden Koçarzade İbrahim Bey’in mahkemeye sevkedildiği.”

[7] Antonios Pavlidis, Yunan Kaynaklarına Göre Mübadele Meselesi (1918-1930), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, İst., 1997, s.22

[8] H. Eren, ‘Cumhuriyet Döneminde Göç ve İltica’ Tarih Boyunca Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları (Yüzyılımız ve Türkiye Cumhuriyeti) Üçüncü Kitap, İst. 1993, s.358

[9] BCA: 272.11/18.83.25

[10] Kürşat Kırca, Yakacık, Akşehir-i Abad ve Suşehri Nahiyeleri, Kitabevi, İst 2012., 1. baskı, s.19

[11] BOA, ŞD. 1782-B / 20; 1782-B / 35; 1782-A / 62; 1782-A / 4

[12] 2. kuşak mübadil İlias Akritidis, dedesi İlias’ın anlatımına dayanarak bu bilgileri aktarıyor. 14 Ağustos 2007 ve 12 Ağustos 2008 tarihli seşiler, Söyluşehri / Suşehri hamamını yaptığı söylenen Kuzman Asfaltidis’in torunu Giannis Asfaltidis ile söyleşi, 13 Ağustos 2011, Suşehri

[13] Bkz., Pavlidis, Yunan Kaynaklarına Göre…, s.28

[14] Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, İst. 2001, s.77-78; 171-172

[15] Rıdvan Nafiz-İsmail Hakkı, Sivas Şehri, Haz. Prof. Dr. Recep Toparlı, Seyran Yay., Aralık 2005, Sivas, s.18

[16] 2 Haziran 2007 Cuma, Mübadil söyleşileri, (İhsan Tevfik Kırca), Yunanistan Kozani vilayeti Rezne (Anthousa) köyünde, Sivas vilayeti Amasya sancağı Havza ilçesi Ersandık köyünden mübadil çocuğu 80 yaşındaki ‘Stati’ anlatıyor. / “Memleketten Uzak 90 Yıl” Belgeseli, 26 Temmuz 2013, Tek Rumeli TV. / Kozani vilayeti, Nasliç kazası Çutil nahiyesine bağlı Çavelar ve Rezne köyündeki Havza-Ersandık köyünden göçen mübadiller “Nerden geldiniz?” sorularına “Sevastia’dan gelmişiz, Sevastialıyız” cevabını veriyorlar.

Hayat Ağacı dergisi 22. Sayı, 2013
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 hafta sonra ...
Ulus devletler kurmacadır savunusu yapıp, bir kelime üzerinden Türkiye güzellemesine getirmek baya komik. Vatan söylemi tam da o kurmacanın temel dayanaklarından birisi olan bir mitostur Türkiye için. Ortaylı'nın şurada yaptığı neden simgesel düzlemde bizim gibi uluslaşmamışlar diye dem vurmaktan öteye geçemiyor. Sözde tarihsellikten bahsederken, tarihsellikten bu kadar kopuk düşünebilmek de ayrı bir meziyet.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Marl0_on said:

Ulus devletler kurmacadır savunusu yapıp, bir kelime üzerinden Türkiye güzellemesine getirmek baya komik. Vatan söylemi tam da o kurmacanın temel dayanaklarından birisi olan bir mitostur Türkiye için. Ortaylı'nın şurada yaptığı neden simgesel düzlemde bizim gibi uluslaşmamışlar diye dem vurmaktan öteye geçemiyor. Sözde tarihsellikten bahsederken, tarihsellikten bu kadar kopuk düşünebilmek de ayrı bir meziyet.


Ulus devletler kurmacadır dememiş ki, bazıları kurmacadır demiş?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Marl0_on said:

Ulus devletler kurmacadır savunusu yapıp, bir kelime üzerinden Türkiye güzellemesine getirmek baya komik. Vatan söylemi tam da o kurmacanın temel dayanaklarından birisi olan bir mitostur Türkiye için. Ortaylı'nın şurada yaptığı neden simgesel düzlemde bizim gibi uluslaşmamışlar diye dem vurmaktan öteye geçemiyor. Sözde tarihsellikten bahsederken, tarihsellikten bu kadar kopuk düşünebilmek de ayrı bir meziyet.

aslında bahsettiği şey farklı baya. Öncelikle öyle geniş persfektiften ulus devletler kurmacadır diyip işin içinden çıkmıyor. örneklerle bir takım coğrafi bölgeleri söylüyor ki gayette haklı.
Araplar içinde bile arap kavramını milliyetçi temelde değil ırksal belirteç olarak kullanıyorlar. mesela suriyeli araplar " şu araplara gıcık oluyorum derken kendilerinden değil suudi araplardan bahsediyorlar. bunu ben tanıdığım araplardan biliyorum.
Vatan kavramı konusunda da bizim çok övündüğümüz bir karış toprağın önemi vurgusu ciddi manada çoğunluğunda yok. Zaten bir çoğu bir takım kişilerce yönetiliyor. güçlerini direkt olarak halklarından aldıkları söylenemez. böyle olduğunda da pastada payının olduğunu düşünmeyen hakların bağlılıkları belli bir çizgiyi aşamıyor.
bu vatan kavramı belli başlı ülkelerde var elbet sadece türklere ait değil. ruslarda vardır mesela mother russia söylemi falan.

Irak ve Suriye gibi ülkeler ulustan çok etnik temelleri zaman içerisinde araplaşmış o bölgede yaşayan kitlelerden oluşuyor. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında o bölgede yaşanan iç karışıklıklar ve devletlere baş kaldırılar hiç de sürpriz olmuyor dolayısıyla.
Zaten halkları o kadar müşkül durumdaki tek dertleri yaşamlarını huzur içinde sürdürebilmek.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Türkiye için de benzeri bir şeyi söyleyebiliriz demek istiyorum aslında. helen ve roma kültürünün uzunca bir süre çok baskın olduğu topraklardan bahsediyoruz, nitekim türkilerden önce arapların anadolunun doğusuna çıktığı biliniyor. Aslında etnik olarak fazlasıyla karışık topraklar üzerindeyiz. Türki konar göçerlerin gelip yerleşikleşmesinin ardından (moğollar da benzeri bir şekilde akınlarla geliyor fakat göç hareketleri çok daha büyük çemberler çizdiği dolayısıyla coğrafi özelliklere uyum sağlayamıyor ve dönüyor, kalanlar ise yerleşikleşip, türkleşiyor) bölgede türkleşme başlıyor. Dolayısıyla asimilasyon meselesinin her coğrafya için az çok gerçek bir olgu olduğununu, zamanla belli kimliklerin kristalize bir hal alması şeklinde evrildiğini söyleyebiliriz. Osmanlının kendisini türklük üzerinden kurmaması da benzeri bir şeyi gösteriyor, türklük ancak 19. yüzyılın sonunda, osmanlıdan kopmalar artınca ortaya çıkan bir olgu daha doğrusu bir zorunluluk. Daha öncesinde, Avrupalıların, çoğunlukla bir tür hakaret olarak kullandığı bir tanımlama.

Öte yandan toprak milliyetçiliği, vatan algısı şeklinde olmasa bile, assabiye, bir şekilde kuruluyor olsa gerek bahsi geçen ülkelerde. Tabii mevcut çatlakların nedeni bu assabiyenin kapsayıcı olmamasına ya da daha farklı nedenlere bağlanabilir, bunu tartışmıyorum zaten, derinlikli bir bilgim de yok. Söylemek istediğim şey "Suriye diye bir yer yoktur" diyip kestirip atmanın oldukça sığ bir yaklaşım olduğudur.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Değerli Romalılar, öncelikle bugünkü kimlik kavramını unutarak tarih okuyun.Bu tarihi daha iyi anlamanızı sağlayacak.

Türk kavramı 18.yy'dan önce bugünkü algı ve kavramdan başka boyuttaydı. Osmanlı'nın kendi içinde kimlik algısı farklı, Avrupa'daki devletlerin farklı birbirlerini isimlendirme biçimleride sürekli farklılaşıyordu. İtalya şehir-devletler için Türk demek müslüman demekti örneğin bizimkiler Frenk gavuru derken Fransızları kastetmiyordu genel olarak batı dünyasını kast ediyordu.

Vatan kavramına gelirsek buraya asıl gelişi Namık Kemal ile olmuştur. Namık Kemal'i sayarken Ziya Paşa'yı da saymak gerekir tabii. Velhasıl ondan önce bir vatan kavramından söz etmek mümkün değildir. Bize gelişi Namık Kemal ile (19.yy ikinci yarısı) Araplara gelişi daha geç bir dönem.

Genel olarak İslami sistem ile yönetiliyordu ülke Türk,Kürt, Arnavut, Boşnak, Arap, Çerkes'de bu sistemin içerisindeydi ya müslümandın ya gayri-müslim. Müslümansan zaten millet-i hakime içerisinde yer alıyordun.

Vatan ve Millet kavramının bugünkü şeklini alması bir dizi aşamadan geçmesi ile mümkün olmuştur. Fransız İhtilali olmasa Osmanlı'da bu tip durumlarla ilgilenecek adam bulamazdınız. İmparatorluk cemaat, cemiyet, aşiret gibi sosyolojik olgulardan oluşuyordu ki Avrupa devletleri içinde geçerli bu.

Örneğin Kutsal Roma Germen İmparatorluğu dediğiniz şey paramparça prensliklerden, dükalıklardan, kontluklardan, şehir-devletlerden oluşan bir çeşit elektorel federatif monarşiydi. Bu işi bağlayan kişi Otto von Bismarch oldu.

Bugün Türk kanı şarkısı ile çoşup, Ahh METE HAN NEREDESİNN diye ağlayan Türkçü vatandaşlarımız 21.yy'ın alameti farikasıdır. Türkoloji biliminin gelişmesi bile 19.yy'da Avrupa daha sonra Rusyadır.

Orhun Kitabeleri yüzlerce yıldır yerinde duruyordu, Orta Asyalı bir Türkün bile gidip yüzüne bakıp, araştırmak aklına gelmedi. Dil bilimsel olarakta çözende ne bir Türk nede Müslümandı.

İlk iş filoloji ile başladı. Daha sonra sosyolojik ve siyasi bir nosyona dönüştü ama bu işler biraz karışık.

Gelelim assabiye varmıydı sorusuna açıkcası müslümanlar arası kültürel ayrım evliliklerde mutlaka rol oynuyordur ama ne kadar baskındı bunu öğrenmek zor çünkü evliliklerin çoğu karışık. Evliliklerde temel aksiyom Gayri-müslime kız verilmemesidir ki bu durum bugün bile yaygın hatta ailesel krize dönüşebiliyor.

Diğer taraftan özellikle şehir kültürü olan yerlerde bu iş assabiye ile olmuyor. Devletin tepesinden başlarsak örneğin Padişah kızını verirken etnik ayrım yapmıyor.Rütbeye, gelire, ailenin durumuna bakıyordu. Çoğu zaman kızına da soruyor kızı da genelde gelenek olduğu için karşı tarafta çok pürüz yoksa (yani damat adayı tipsiz değilse) siz nasıl münasıp buyursanız babacığım(efendim vs.) derdi. Müslüman Paşaların etnik grubu da çeşitlidir. Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Boşnak, Arnavut vs. olabilirdi. Gayri-müslimlerde üst rütbelere çıkardı ama evlilik konusunda klasman dışı oldukları için onlardan bahsetmiyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...