Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

paticik bozuldu


Fistan

Öne çıkan mesajlar

günümüzde internet en önemli iletişim aracı haline gelmiştir. öyle ki internetsiz bir hayat düşünemez olduk artık. bütün bilgilere tek bir tık ve belki de klavyeden bir iki harfe basarak ulaşıyoruz, gülüşlerimiz bile değişti artık çok güldüğümüzde sdkjf yapıyoruz az güldüğümüzde lol diyip geçiyoruz.

peki paticik bütün bu gelişmenin neresinde duruyor? önce ultimatr sonra pepelek sonra da paticik olan paticik kendini bir gelişme varmış gibi mi gösteriyor, hani paradan sıfır atıldı ya onun gibi bişey mi oldu paticikte acaba? hm? biraz bunu düşünelim derim.

eskiden paticik nasıldı ben size özet geçeyim. eskiden paticik açılırdı kapanırdı, bozuldu demezdik, gelicek derdik. gitti demezdik kapri şort derdik. giyerdik kapri şörtu. o yüzden aynıydı paticik aslında pek de değişmedi. ama biz değiştik belki de, hm? ne dersiniz? gugıla facebooka bi an giremeyince allam internet çöktü hepimiz ölücez sanırım deprem oluyor ama bizim bina sağlamdır bişey olmaz diye düşünmeye başladık, hepimiz biraz paranoyak olduk aslında, hm? ne dersiniz? kuzey güney izledik beyinlerimiz yıkandı, paticik bütün bu gelişmeleri nasıl karşıladı? yeni sistem falan, hm, ne dersiniz?

bunu düşünün derim, tartışalım bunu iyi akşamlar
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Fistan said:

geleneksel topic acilmamis bayadir
başlığı paticik is broken mi koymalıydım acaba hahah

bozuldu derken eski pati değil şimdi diye belirtmek lazım

6 aya bir açılıyodu

Hak vermemek elde değil.
Fakat bence buna bozulma değilde nesil değişimi diyelim, ilk zamanlar 18 yaşında olanlar ,Misal ben Şuan evli çocuklu işinde gücünde 30 yaşında adamlar olduk. Artık farklı sorumluluklar ve önceliklerle baş etmekteyiz.
Hali ihtiyari eskisi gibide takip edemez olduk.
Şimdiki yazarlara bakıyorum neredeyse %80'nini tanımıyorum bile.
Ek olarak ozaman sosyal mecrayı oluşturan sitelerde yoktu tek vakit geçirme ve paylaşım alanımız burasıydı.

Bir gerçeğide paylaşıyım : O günleri cidden çok özledim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

hoplayanmanda felan vardi ben mesela o zamanlar cok hippiydim yazmazdim foruma
arada bulusurduk boyle yavuz senko ege ben cikardik kordona cimlere oturur cok ergeniz diye aglardik tabi yavuz en cok aglayanimizdi bi kez bizden utandigini soyleyerek kalkti yanimizdan bir de baktik sargoz yapacagimiz sira gazozunu almis da gitmis o gunden beridir hepimiz biraz kirgin biraz darginiz yavuza
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

paticik in ilk bozmaya başladığı gün paticikten tanıştığım kızı asla unutamıyorum. kayıkla constantinople'den new amsterdam'a gidiyorduk. doğru nietzsche nin insan ruhuyla ilgili bana birşeyler öğretmiş tek insan dediği, dostoyevski nin muhteşem bir eseri. üzerinden hayli zaman geçmiştir ama yatağınızda, gecenin bir yarısı bu kitabı okumaya kalktığınızda kendinizi okuduğunuzu bilirsiniz. sizi anlatır yazar. ezikliğinizi, iki büklümlüğünüzü, sigaradan leş gibi kokan ağzınızı, parmak uçlarınızı, anne-baba ilişkilerindeki gerici durumları, "ben eğitimliyim, ben görgülüyüm, ben asilim.. ama madem böyleyim, etrafımdaki onca cahil insan gibi neden sosyal olamıyorum.." diye düşünürsünüz, beyin humması yaşarken, rus yazarın cinleri varmış, ve o cinleri kovmak için yazı yazıyormuş diye kavrarsınız, ama yetmez, tam anlamıyla hayal ürünü olan bu eserin toplumdaki kanayan yarayı gösterdiği de aşikarken, ne kadar bireysel olabilirim ki? çelişkisini bir kenara atıp, "tamam be, sen bir dahisin.." diyebilirsiniz..
bir eskimo kafilesinin, sandallarından karaya çıktıklarını gördüğünde bile yüreği sevinçle dolan fakat buna karşılık romalıları yalnızca ayakta dururken,yatarken ya da savaşırken düşünen, hatta bundan öfkelenen canetti 'nin (2) genellemesinde haklılık payı yoktur, diyemem. öyle ki; batı dediğimiz, haklılığını kimi zaman imkanlarına (örneğin; hristiyan birliğine, haçlı ordularına, uygun coğrafi koşullarına) ve bazen de sistemli, düzgün, hedefinden yüzyıllarca hiç şaşmamış sabırlı yolculuğuna borçlu, isyanların, devrimlerin ve o başkaldırıların sonucu olarak, yeni insani kazanımların, değeri bilinen erdemlerin, 'humanizma adına geri dönüşü olmaz' yolların kesiştiği nokta ve o noktanın insanları, yani batılıları için 'roma' tüm yolların çıktığı kent ve 'romalı' da o kentin, yani bir nevi avrupa'nın başkentinden tüm kıtaya -hatta amerika 'ya, sanayi hamlelerinin ve yeni sınırlara açılmanın yani emperyalist kaygıların doğal sonucu olarak 19.yy'da asia'ya, afrika'ya gözü para bürümüş şekilde- yayılan kısaca 'batılı' diyebileceğimiz 'yararcı, hatta bir o kadar da -platon 'un devlet 'inde geçtiğince- güçlendikçe işine gelen durum gereğince 'doğrulukçu' ve 'adaletçi' olabilmiş ama özünde ilk söylediğim özelliği yani yararcılığı hep baskın karakteri olmuş vatandaşıdır. yapıp ettiklerinde, bazen yıkarak yeniden kurmaya çalıştıklarında hep bir 'pragmaticus' yani; işlevsellik ve işinin kendisine ait vazgeçilemez amaç/sonuç bulunmaktadır.

her ne kadar "akılcı ve insancı değerler sistemine dayalı düzen içinde yaşayan toplumlar, bu düzeni benimseyen insanlar batılıdır; onun dışındakiler ise batılı değildir." (3) tanımlamasıyla suat sinanoğlu hoca fazlaca iyimser bir gözlükle değerlendirme yapmışsa da -ki batılı olma ümidiyle, benliğine bir şekilde uymayacak gömleği giymeye çalışarak artık ne eskisi gibi kendisi ne de 'batılı' olabilmiş kişi ve toplumlar için hem kötümser hem trajik bir durumu hatırlatıyor bana bu tanım.- kanımca şu şekilde bir çıkarım ya da tespit yapmak zorundayım; "roma'nın belirlediği kurallar içinde ve romacı değerler sistemine dayalı düzen içinde yaşayan toplumlar, bu düzeni benimseyen insanlar romalıdır; onun dışındakiler ise romalı değildir, barbardır, yabancıdır, romalı'nın kurduğu (yeni) dünya düzeni 'ne uymak zorundadır." üstelik iletişim çağında yaşayan bizlerin bile; canlı şahidi olduğumuz 'iletişimsizlik' savaşları, o savaşlara gösterilen tepkisizlikler, güçlünün güçsüze olan adalet sağlama amacıyla yağdırdığı bombalar, yukarıda da değindiğim 'humanizma adına geri dönüşü olmaz yol'dan sapmalar, o sapmaları en tepki gösterenimizin bile artık duymaz, görmez, hissetmez hale geldiği bir ortamla, caesar'ın çapı ile ölçülemeyecek bir nisbette olmakla beraber yine de büyük bir devlet adamı sayılan (4) augustus 'la başlayan,-vergilius'un da yaşadığı- roma'nın istediklerinin olduğu, istemediklerinin de olmadığı principatus ve pax romana / roma barışı dönemi karşılaştırıldığında kanımca, birçok olanağa sahip bizlerin ve dönemimizin bizzat o olanaklarımıza rağmen yapamadıklarımızdan ötürü daha günahkar, suçlu olduğumuz söylenebilir.

sonuç olarak diyebilirim ki; 'romalı' 'agricola virtus'u yani çiftçi karakteristiği taşıyan, dindar aeneas'tan, kurucu romulus'tan, kentten kovulan tarquinius hanedanından, sulla'dan, j. caesar'dan, octavianus'tan, geç dönem imparatorlardan kalan yönetim örnekleriyle, felsefeleriyle ve yaşanmışlıklarıyla, plautus 'undan cicero'sundan, horatius'undan, vergilius'undan, tacitus 'undan, seneca'sından ve daha birçok büyük edebiyatçısıyla, devlet adamıyla kimi zaman grek etkisiyle, etrüsk ve doğu faktörleriyle kalbini ve beynini tek noktada birleştirmiş, hem duygulu hem duygusuz, hem minimalist hem yayılmacı, hem barışçı hem savaşçı, hem adetlerine önem veren hem de yabancılardan alabilen, emir vermeden duramayan, vatanı için her emri yerine getiren, kartaca'yı gelenekten dolayı/beri hem sevmeyen, dido'dan ötürü hem de seven, nietzsche 'nin deyimiyle 'çelişkileriyle en bilge olmayı hakeden' insan tipidir. ayrıca ne güzel söyler mme de stael; "..yunanlılar gelecekte yaşarlardı, romalılarsa, daha o zaman bizim gibi gözlerini geçmişe çevirmeyi severlerdi." (5) geçmişi düşünüp 'nerede o eski romalı erdemleri..' serzenişinden güç alıp daha büyük bir sıçramayla anlatmak istedikleri konuya dalan edebiyatçılarıyla, pratik düşünmenin de sonucu olarak bu arayıştan bir fayda sağlayan siyasetçileriyle (bkz: augustus ve reformları) bir bütün ve bu bütünlüğüyle de bir güçtür 'roma'. romalı da roma 'nın ve dünyanın yöneticisidir.belki de tarihin yetiştirdiği en büyük katliamcı lideri sayılabilecek a. hitler bile kavgam'ında roma tarihinin, zamanı ve gelecek için en büyük kılavuz olduğunu belirterek, "'batı demokrasisi'nin tiyatroyu andıran binasını, yunan ve roma devlet adamları ile filozofları süsledi." diyebilmiştir.

vergilius ve aeneis destanı için tarihsel zemin tespiti

augustus döneminden evvel roma cumhuriyetle yönetilirken, siyasi sistem gitgide zayıflamış ve idealist cumhuriyetçilerin tüm çabalarına karşın yerini diktatörlüklere bırakmıştı. g. marius ve sulla 'nın ardından bir yandan italyan kavimleriyle yapılan savaşlar, bir yandan sulla ve marius 'un çatışmaları yüzünden çıkan iç savaşlar ve bunlarla ilgili olarak soylular 'patricii ile plebs' arasında bitmez mücadeleler roma 'yı iyice sarsmıştı. doğuda mithridates, ispanya'da sertorius, italya 'da spartacus isyanı, derken catilina 'nın hükümet darbesi teşebbüsü birbirini kovaladı. pompeius doğuda mithridates'i yenerek işleri yoluna koyarken, cicero, catilina 'nın girişimini vaktinde haber alarak bastırdı. pompeius, crassus ve julius caesar birleşerek ilk triumviri 'yi kurdular.(6) daha sonra sivrilen iki isim pompeius ile caesar 'ın karşı karşıya gelmesi ve roma 'nın bir kez daha iç savaşlarla bitap düşmesi ve bir rivayete göre; mısır'a kaçan pompeius 'un kellesinin, yaranmak isteyen mısırlılar tarafından kendisine sunulmasıyla tek adamlığa ulaşan j. caesar'ın kimilerine göre diktatörce, kimilerine göreyse yarı imparator, kleopatra'ya atfedilen bir ifadeye göreyse; aleksander 'den sonra batı ve doğu eksenli bir imparatorluğu kurabilecek bir lider kimliğiyle yaşadıkları, roma 'ya yaşattıkları..
gallia cisalpina 'da, mantua yakınındaki andes kasabasında, i.ö. 70 yılının 15 ekiminde doğan publius vergilius maro'nun dünyaya gelişiyle ilgili çeşitli söylentiler vardır; bunlardan biri şöyledir; annesi ona hamileyken bir gece rüyasında, çocuk olarak bir defne dalı doğurduğunu görmüş, bu dal yere düştüğünde çeşitli meyve ve çiçeklerle dolu bir ağaç olarak büyümüş. ertesi gün kadın, kocasının yanındayken kendini birden hendeğe atmış ve çocuğunu orada doğurmuş. bunu da şöyle yorumlamışlar; doğumu esnasında vergilius hiç ağlamamış ve yüz ifadesi öyle sakin ve hareketsizmiş ki; güya insanlığa doğumuyla alakalı herhangi bir talih veya uğurlu gelecek sunmuyormuş. (7) ozanımız neapolis'te (napoli) bithynia 'lı parthenius 'dan grekçe öğrenip, bundan sonra roma 'da bir epikürist filozof olan siron'dan ve rhetorik epidius 'tan ders aldı. yine vergilius'un i.ö. 42 'ye kadarki gençlik devresi hakkında pek az bilgimiz bulunmaktadır. kesin olarak, bu tarihten sonra şiir alanında görüldüğünü biliyoruz. (8) j. caesar 'ın katilleri brutus ve cassius 'un philippi 'de mağlup edilmeleri ve ardından roma dünyasının octavianus ve marcus antonius ile lepidus 'un ellerine geçmesi, ve bu üçlünün kurduğu ii. triumviri 'nin eski askerlere, aralarında cremona da bulunan onsekiz şehrin topraklarını dağıtmaya söz vermeleri, vergilius 'un babasının çiftliğini kaybetmekten çok fazla korkuyor olması yüzünden vergilius, gallia cisalpina valisi olan g. asinius pollio ile halefi l. alfenus varus 'un lütfu ile kendilerine emniyet altına aldı. (i.ö. 41) (9)
edebiyat çevrelerinin çok iyi tanıdığı asinius pollio sayesinde roma 'da octavianus 'la tanışan vergilius, her ikisine de çok bağlanmıştı. zira a. pollio 'yu dördüncü eclogasında övmüş (10), octavianus / augustus 'u da julius ve soyunu aeneis destanında efsaneye yamayarak övecektir. ayrıca yazdığı georgica 'nın dört kitabını yine seçkinlerden maecenas 'a ithaf ederek (11) , üçüncü kitabın praefatio 'sunda (önsöz) octavianus'un baş kişi olacağı, milli bir destan yazacağını haber veriyordu. bu eser aeneis'tir. fakat aeneis 'de bizzat augustus 'un kendisi değil de, aeneas bulunmaktadır. zira, destan nev'inde daima olağanüstü olaylar olur. kahramanlar, insanüstü kuvvetlere sahiptir. işte bunları verebilmek için destan şekline dönmek lazımdır. çağdaş devirlerin tarihi yazılabilir, fakat destanı yazılamaz, zira, çağdaş kişiler de o olayları yaşamışlardır. (12) vergilius, aeneas 'ı henüz bitirmemiş olmasına rağmen edebi çevrelerde bunun değerli bir eser olacağı söylentisi yayılmıştı. nitekim şair propertius şöyle diyordu; (iii, 26, 65) "romalı yazarlar, yunanlı yazarlar geri çekiliniz, ne olacağını pek bilmemekle beraber, ilias 'tan daha büyük birşey doğacaktır." (13)

aeneis destanı'nda aeneas & dido aşkı

homeros'un dil ve konuya hakim becerisini kullanarak, gerçeklik ve efsane arasında bağ kuran vergilius, bu zorluğun üstesinden ustaca gelerek, romalı'nın yaşantısını ve egemenliğini efsaneye adeta kopya etmiş ve sadece roma 'nın değil tüm antik dünyanın en parlak destan yazarlarından biri olmuştur. (14) kimilerine göre; aeneis 'deki aeneas, imparator augustus 'un yani octavianus 'un prototipidir. hatta crutwell, halkın ahlaki değerlerini önemseyip, ona göre reformlar düzenlediği için octavianus'u aeneas ile bir tutar. (15) yukarıda da belirttiğim gibi; zaten georgica'da octavianus 'un tek lider kalacağını belirten vergilius tam bir augustus destekçisidir. (hatta bazılarına göre; vergilius 'un dördüncü ecloga 'sında anlattığı altın çağı'nın başlangıcını müjdeleyen yeni doğan çocuk, octavianus'tan başkası değildir.) octavianus, iç savaşlardan bitkin hale düşen romani populi/ roma halkının yeniden çiftçiliğe yönelmesi ve tarımın kalkınması için bir propaganda örgütü kurulmasını istemiş, bu sebeple maecenas'a başvurmuş, o da vergilius 'u görevlendirmiştir. bunun üzerine vergilius, çiftçiliği özendiren georgica 'sını yazmıştır.aslında bu dönem oldukça ilginçtir; zira hermann broch die heimkehr des vergil / vergilius 'un dönüşü' adlı romanında augustus ve çevresinin fazlaca göz boyadığını, destanların, propaganda amaçlı yazılanların aldatıcı olduğunu anlatırken, roma ile troia 'yı aynı kefeye koyar;"..kimse kalıcı olmayacaktı..o -augustus- imparatorluğu güvence altına almış, yapılar dikmiş, onu, vergilius 'u da korumuştu, yapmaması gerekirdi bütün bunları hala yaşayan o yorgun, yaşlı adam; bugün henüz herhangi bir tehditle karşı karşıya değildi, belki de tehdit onun da kapısını çalana değin, yıkılırken augustus 'u ve tüm görkemini, sonrasız sanat yapıtlarının da tümünü gömecek olan sarayların kapılarını çalana değin yaşamakla yükümlüydü. gereksizdi o sanat eserleri, augustus ile maecenas'ın çevrelerinde topladıkları bütün o güzeller gereksizdi ve yıkılıp gitmeye yargılıydılar. sokaklarda kurtarıcımız, babamız diye bağırıyorlardı augustus için – bunun kefaretini ödemek zorunda kalmayacak mıydı? uyku mu? kim istiyordu ki uykuyu troya yanarken?.." (16)
biz gelelim yine vergilius ve aeneis'e. ozanımız, eserinde çağına ve çağının mühim olay ve kişilerine bol bol gönderme yapar; misal teke tek çatışma sonunda aeneas tarafından öldürülen turnus, marcus antonius'u andırır: fiziksel benzerlik için eserden iki örnekle ortaya koyalım bunu; "turnus da hepsinden yakışıklı, soyca sopca sağlam yerden;" (17), üç intikam perisinden (furia) biri olan allecto tarafından uykusunda tahrik edilip, düşmana karşı ayaklandığında;"..seçkin güzelliği, gençliği turnus'un kimini etkiliyordu, kimini kral soyundan gelmesi, kimini de ünlü başarılar yüklü sağ eli." (18)
eserdeki m. antonius göndermesi turnus 'la da sınırlı değildir. ayrıca, eserin başında roma kurulmadığı halde adı ortaya atılmış, aeneas bunu kuracak kişi olarak ileri sürülmüştür. aeneas tanrılar ve kaderce roma 'yı kurmakla görevlendirilmiştir. onun bütün hareketleri bu amaca yöneliktir. demek ki roma yokken bile roma düşüncesi tümüyle egemendir. destan kurallarına göre olayların akışında tanrılar işe karışır, destan tarih değildir. eser boyunca bazı kehanetler, kerametler gelecekten haber verir. sözgelimi dido 'nun yanında aeneas amacını unutmuşken tanrıların habercisi hermes (mercurius) iuppiter 'in (zeus) buyruğuyla gelip aeneas 'a görevini hatırlatır. (19)
peki neydi 'nova troia urbs / yeni troia kenti' ni kurmakla görevli aeneas 'a bu görevini unutturan? tabi ki; j. caesar 'ın katlinden sonra, iktidar mücadelesi esnasında doğu 'nun en zengin ülkesi mısır 'la yakın ilişkiler içine giren m. antonius 'un kraliçe kleopatra ile evlenmesi, onun 'kralların kraliçesi' ünvanını almasına göz yumması, çocuklarına da roma 'nın doğu eyaletlerinden topraklar vermesi -her ne kadar bu yaptıklarından bazıları; parthllara karşı seferinde başarılı olabilmek içinse de, fakat bu sefer başarısızlıkla sonuçlandı.- (20) ve octavianus'un o güne kadar hiç olmamış bir şekilde, m. antonius 'un vesta rahibelerindeki, içinde mallarını kleopatra ve onun çocuklarına bıraktığı yazılı vasiyetnamesini alıp, senatusta okumasının ardından, senatusun, antonius 'u azledip, elinden yetkilerini alması, octavianus önderliğinde roma halkının mülklerini geri almak için de kleopatra'ya savaş ilan etmesi (21) (i.ö. 32) , aslında kleopatra uğruna görevini unutan m. antonius'un hissi, yeni troia 'yı kurmak için yola çıkan pius aeneas'ın libya 'da verdiği kısa mola esnasında, vazifesini unutarak, oranın kraliçesi yani dido 'yla yaşadığı aşktan ve diğer olaylardan çok da farklı değildir. ve vergilius 'un edebi dehası işte burada bize göz kırpmaktadır.bu dahiyane sembolleme için müzehher erim hocamız güzel bir tespitte bulunur; "..-eserde- arada bir perde açıp roma 'nın geleceğini göstermekle geçmişle geleceği (yani kendi çağı) uzlaştırmış oluyor." (22) ayrıca bir nokta da çok önemlidir; vergilius 'un aeneis destanında gösterilen yiğitliğin sebebi 'yurtseverlik'tir. homeros destanlarında ise gördüğümüz, eski yunan düşüncesine göre; kişisel şan,şeref, ebedi şöhret için, örneğin achilles'in cesareti, yiğitliğidir.(ayrıca belirtmeli ki; homeros kahramanları küçük küçük şehirlerden geliyorlardı. (23)) bu da bize şunu gösterir; aeneas atalarına, ailesine ve kendisine verilen göreve çok bağlıdır, her ne kadar kısa bir süre de olsa dido 'yla aşk yaşayarak, ya da başka deyişle 'marcus antonius'laşarak' yeni kentini kurma amacından sapmışsa da, iuppiter 'in uyarısıyla yeniden görevine dönerek romalı erdemlerine, yani 'pietas' a uymuştur, bir başka deyişle, kendisinden eserde sık sık 'pius aeneas' şeklinde bahsedilmesini haketmiştir.
şimdi aeneis destanında aeneas & dido aşkını adım adım izlemeye ve irdelemeye başlayalım;appianos'a göre dido, troia'nın zaptedilmesinden 50 yıl sonra afrika'da, kartaca'da kenti kuran 3 alternatif isimden biridir; zorus, carchedon ve onun karısı dido. kardeşi pygmalion tarafından kocası sychaeus öldürülünce -ki bu cinayetin, rüyasında dido'ya bildirildiğini appianos'tan öğreniriz.- , dido ve adamları, aeneas ve çetesinin troia'dan kaçışlarına benzer bir kaçış yaparak kartaca'ya ulaşmışlardır. ve dido 'nun adı inek gözlü tanrıça iuno ile birlikte anılır kartaca'da. yine vergilius, iuno 'nun troialıları sevmemesinin nedenini kendi buluşu olan şu yorumla açıklar;roma tarihi ışığında, juno geleceği görmektedir ve kendisi kartaca'da tapınılan bir tanrıçadır. yüzyıllar sonra romalıların kartaca 'yı mahvedeceğini bildiği için bunu önlemek ister. bu yüzden, aeneas ve arkadaşlarının yanan troia'dan çıkıp, italya'ya yeni kentlerini kurmaları için varmalarını engellemek ve onları mahvetmek için büyük bir fırtına çıkarır, aeneas 'ın arkadaşlarının çoğu ölür, bir avuç adam kalır.(24)
“..eski bir kent vardı, sur'lu çiftçiler otururdu, italya'ya karşıdan, tiber'in ağızlarına uzaktan bakardı, zengin, cenkte çok çetin bir kent: kartaca! üstün tutarmış iuno onu her yere, samos'a bile: orda bulunurmuş silahları, ordaymış arabası; izin verseymiş kaderler, egemen yapacakmış onu tüm soylara, derler, buymuş nice yıldır niyeti ve dileği. ama duymuş ki troia kanından bir soy türemektedir. sur kalesini bir gün yerle bir edecektir. bir ulus doğacak bundan, her ülkeye egemen, cenkte üstün bir ulus, yok edecektir libya'yı: parçalar böyle eğirmiş kaderi. içinde hep bu korku, o eski savaşın anısı, gözdesi argos'lular için troia önlerinde, ön safta yaptığı o savaş! hem öfkesinin nedenleri, içini dağlayan dertler de silinmemiş daha; yüreğine oturmuştur paris'in kararı, hor hakir oluşu güzelliğinin; o menfur soy; sonra ganymedes'in kaçırılması, onurlara boğulması: kumarı düşündükçe alev alev yanar yüreği, uzaklaştırır latium'dan tüm, denizlere savrulmuş troia'lıları, greklerden, taş kalpli achilles'in elinden kurtulanları. kederler katar önüne bunları, yıllar yılı dolaştırır durur bütün denizlerde: öyle güç bu iş, roma soyunu yaratmak, öylesine yük!” (aeneis, i, 12-33) (25)
bu bir avuç adam ve önderleri aeneas, kartaca yakınlarında bir yere sığınmak zorunda kalırlar. o sırada kartaca yeni kurulmakta, büyük bir faaliyet göze çarpmaktadır,(timaeus, kartaca ve roma 'nın kuruluşunu i.ö. 813 olarak belirlemiştir. roma'nın yaygın kabul edilen kuruluş tarihi i.ö. 753 olduğundan bu rakam gerçekçi değildir, iki kentin de aynı yıl kurulması iddiası gerçekliğini yitirir.) kraliçe dido yeni dul kalmış, çok güzel bir kadındır. şehrin kurulmasına göz kulak olur, çalışmaları denetler. aeneas ve arkadaşlarını yakalayıp hapse atarlar, bir süre sonra troia 'lı oldukları öğrenilince dido onları salıverir ve konuk olarak ağırlar, şenlikler ve şölenler tertipler. bu şölenler sırasında dido, aeneas'a başından geçenleri sorar. aeneas da anlatır.(26)
"aeneas'ın yoldaşları yorgun, tükenmiştiler, erişmeye çalıştılar en yakın kıyılara; yön değiştirip doğruldular libya sahiline. bir yer vardır o kıyıda, içerlek, ıssız bir yer; bir ada yeri koruduğundan, iki yanıyla bir liman oluşturur ardında. açıklardan gelen dalgalar kırılır iki burunda, büklüm büklüm, geri döner. koyun ağzında iki geniş kaya iki doruk tehdit eder gökleri iki yandan. (i, 155-162) “ (27)
ayrıca maia oğlu, tanrıların habercisi mercurius (hermes) dido ya, bu yeni misafirlerine iyi niyet ve barışçı duygular beslemesi için haber taşır;
" 'açsınlar kartaca toprağını, adsız kentini, alsınlar teucer oğullarını konuk olarak! kaderden habersiz dido çıkarmasın onları sakın sınırlarından!' böyle buyurur oğluna. çırpar kanatlarını tanrı, bir çırpıda konar libya kıyısına, yerine getirir buyruğu; kartacalılar bırakır yabanıl huylarını, tanrının istencesiyle; özellikle kraliçe barışçı duygular, iyi niyetler besler artık.” (i, 297-300) (28)
aeneas 'ın ekibinin en yaşlısı koca reis ilioneus (29), kraliçeye kendilerini tanıtır;
"yüce kraliçem, bir görev aldık iuppiter'den, yeni bir kent kurup küstah soyları vuracağız adalet bağına: bizler, şu kadersiz, şu denizlerden denizlere savrulmuş troia'lılar, diz çöküp yalvarıyoruz senden, kurtar hepimizi, uğursuz yangınlardan kurtar gemilerimizi, koru dindar bir soyu. yakından ilgilen durumumuzla, tanı bizleri: ne libya'nın ocak tanrılarını yakmak için, ne de kenti talan edip limana kaçmak için, silah kuşanarak geldik buraya! öyle küstah değiliz biz, yenilmişlerde, nerede o cüret?” ”(i, 520) (30)
dido da barışçı hissiyle kapılarını açar libya 'nın;

“o zaman dido, gözleri yerde, kısaca der ki: "atın korkuyu içinizden, atın endişeyi troia'lılar! güç durumdayız biz de, devletimiz yeni kurulmakta, böyle davranmak zorundayım, gözcülerle koruyorum bütün sınırlarımızı. kim tanımaz aeneas'ın soyunu, kim tanımaz kahraman troia kentini, yiğitlerini bütün? kim duymadı yangınını, onca ünlü savaşın? öylesi katı değildir biz pön'lerin yüreği. güneş de atlarım, tyrus'tan çok uzaklarda koşmaz arabaya. ister büyük hesperia'ya, ya saturnus ovasına, ya eryx toprağına ister kral acestes'e gidin, sizi sağ salim, uğurlarım oraya; elimden geleni yaparım; eşit hakla kalmak isterseniz de bu krallıkta, sizindir kurduğum kent. gemilerinizi çekin, troia ile tyrus ayrı olmayacak benim için. keşke buraya atsa aeneas'ı keşişleme! ..” (i, 560) (31)

aeneas da ortaya çıkar bu sözler üzerine;
"aradığınız işte karşınızda, ben troia'lı aeneas'ım, kurtuldum libya'nın dalgalarından. ey troia'nın dile gelmez çilesine acıyan tek insan! sen danao kılıcından kurtulup da denizlerde, karalarda, türlü felaketlerle bitkin düşen bizleri, her şeyimizden yoksunken, kentine, sarayına kabul ettin anddaş gibi. hepimiz, kraliçem, nasıl ödeyeceğiz sana olan minnetimizi, bizler,.. ” (i, 590-600) (32)

aeneas'ın dido'ya övgüleri başlar, teşekkürünü eder ona. "..gözlüyorsa dindarları göklerde tanrılar, adalet, doğruluk bilinci varsa hala bir yerde, dilerim tanrılar versin layık olduğun ödülü sana. seni yaratan çağa ne mutlu! hangi değerli ana-babadan senin gibi bir kız doğmuş!" (i, 605) bunun üzerine, duvarlara tasvirlerini çizdirdiği görkemli troia 'nın yiğitlerini karşısında görmekten etkilenmiş dido, aeneas 'ı sarayında ağırlar.
aeneas 'ın anası venus da içinden yeni planlar, düzenler kurar;
“venus'sa içinden yeni planlar, düzenler kurar, biçimini, yüzünü değiştirecek cupido ve tatlı ascanius'un (33) kılığına girecek: çılgına döndürecek dido'yu armağanlarla, yakacak sevda ateşiyle iliklerine dek hiç içine sinmiyor şu saray, şu iki dilli tyrus'lular. haşin iuno da yakıyor yüreğini; gece oldu mu büsbütün depreşir endişesi, bu yüzden kanatlı oğlu amor'a şöyle söyler: "benim bir tek gücüm, tek yüce kudretim amor'um: ulu atanın tyhnon'u öldüren kargısını hor gören oğlum! sana sığınıyorum, tanrısal kudretini diliyorum dize gelerek senden. ağan aeneas savrulup durdu denizlerde kıyı kıyı, taş yürekli iuno'nun nefretiyle, biliyorsun, derdime hep ortak oldun her zaman, şimdi de tyrus'lu dido elde etti ağanı, tatlı sözlerine kanıp geç kalıyor aeneas. iuno kentindeki bu konukluğun sonu bilmem, nereye varır, korkuyorum. hiç cayar mı iuno işler bunca sağlam temellere dayanmışken? işte bu yüzden davranayım dedim ondan önce, elde etmeyi tasarladım dido'yu düzenle. bir ateşe atayım da artık değişemesin, uymasın hiçbir tanrı sözüne; sevsin benim gibi büyük aşkla bağlansın aeneas'a. dinle şimdi nasıl başaracağım bu işi, anlatayım sana:” (i, 660-670) (34)
aeneas oğlu ascanius 'u şölene çağıracaktır. fakat venus, çocuğu cythera veya idalia 'daki kutsal tapınağına saklayacak ve biraderi amor da (cupido) anasının talimatıyla ascanius 'un kılığına girerek, kral şöleninde bacchus şırasıyla neşeden coşan dido'nun kucağına atladığında ona sarılıp tatlı tatlı öperek (aenas'a karşı) dido'ya aşk ateşini aşılayacak ve akıtacaktır gizlice ağunu. (i, 680-700)
bu sırada aeneas ve çetesi de, vergilius 'un deyimiyle erguvan döşeklere serpilmişler, dido tanrıça venus tarafından kendine oynanan oyundan habersiz, ascanius kılığındaki aşk tanrısına sarılır, bağrına basar onu. şairimiz tam bu noktada sychaeus yüzünden 'çoktan sakinleşmiş, aşka kapanmış yüreğin'den söz eder dido 'nun. (i, 715) öyleyse sychaeus kimdir, biraz da buna değinelim ve anlayalım dido 'nun bir başka trajik yönünü:
anlatılana göre; tyros (finike) kralının kızı yani konumuzun kraliçesi dido'nun kocası sychaeus, dido 'nun kardeşi pygmalion tarafından parasına tamah edilerek öldürülünce dido afrika 'ya kaçmış. (35) ve vergilius, dido 'nun kocasının ölümü üzerine aşka ettiği tövbesini eserinin çeşitli yerlerinde verir; "..çocuksa (ascanius kılığındaki amor) sözünü tutar anasının (venus) usulca, kraliçenin bağrından siler sychaeus'unu da." (i, 720) (36)
"..ilk aşkımın hayali kırılınca bir ölümle, 'başkasıyla evlenemem!' diye verdiğim karar, böylesine saplanıp yerleşmeseydi gönlüme..evet anna, saklamayacağım senden; zavallı sychaeus'un, kocamın acı kaderinden sonra, kardeşimin cinayetiyle, evim barkım, ocak tanrılarım dağıldıktan sonra, tek bu adam duygulandırdı, (aeneas)" (iv, 20) (37)
ben de yukarıda bahsettiğim, vergilius 'un 'aeneis' eserinde ara ara yaşayan roma 'ya perde açmasından kendime aldığım feyzle hareket ederek; dönemin roma 'sına mina urgan 'ın şu ifadesiyle bir göz atayım; ".. bir erkekler dünyasıdır roma. bir kadınlar dünyası olan mısır 'da ise, aşk ve duygu, keyifle yaşamak, sevmek ve sevilmek isteği ön planda gelir." ekler, "shakespeare 'in antonius ve kleopatra 'sında asıl tragedya, bu iki dünyanın çatışmasından, roma 'ya bağlı kalması, imparatorluğun buyruklarına göre davranması gereken antonius'un mısır kraliçesine duyduğu aşktan doğar." (38)
yine shakespeare 'e göre; octavius caesar, güçlü olmasına güçlüdür ama soğuktur, merhametsizdir, fazlasıyla hesaplıdır; tam anlamıyla temsil ettiği imparatorluğun siyasal çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen kupkuru bir insandır. ve bu görev bilinci, bize vergilius 'un aeneis'indeki aeneas 'ın yeni troia kentini kurma amacındaki 'pietas' ı hatırlatır. ayrıca octavius 'un ve reformlarının destekçisi vergilius 'un tabi ki aeneas adı altında bir octavianus portresi çizerken, soğuk ve kuruluğunun dışında 'aşık olabilen' ama m. antonius gibi roma'sını unutarak aşkının peşinden koşmak yerine, dido 'sunu terkeden aeneas'ın troialıların yeni kentini kurmak için yola çıkması, aşkından sıyrılarak tanrının buyruğunu dinlemesi acı veyahut soğukluk gibi görünüyorsa da kanımca shakespeare 'in dilinde, 'antonius ve kleopatra' oyununda son olarak octavianus 'un -kleopatra ve antonius 'un cesetleri önünde- "..antonius'unun yanına gömülsün kleopatra. böylesine ünlü bir çifti, hiçbir mezar birleştirmemiştir yeryüzünde. sebep olanların da içini sarsan, büyük olaylardan biri bu yaşadığımız: onların hikayesinin insanlara duyuracağı acı, daha küçük olmayacak, onları acıyacak hale düşürenin zaferinden." (shakespeare, ant. v, ii, 402-410) (39) sözlerini sarfetmesinden daha samimi geliyor bana. zira mısır ile roma karşı karşıya gelmiştir ve bu karşılaşmada m. antonius, roma 'nın karşısında, kleopatra ile birlikte saf tutmuştur.
antonius'la octavianus 'un karşılaşması adriyatik kıyılarında olur. denizde ağır bir yenilgiye uğrayınca, antonius, ordusunu bırakıp mısır 'a kaçar. octavianus, asya eyaletini, suriye 'yi, fenike'yi, filistin 'i yeniden roma 'nın egemenliği altına sokar ve doğu 'nun bağımsız kalmış son ülkesi mısır 'ı da fetheder. antonius'la kleopatra canlarına kıyarlar ve mısır, octavianus ile ailesinin bir çeşit özel mülkü olarak, roma eyaleti haline getirilir. (40)
kimi araştırmacılara göre, bu zafer ve sonrasında octavianus'un kurduğu rejimin başarısı (principatus – pax romana) sadece kendisine ait değildir. bir iki tespit yapalım; monumentum ancyranum / ankara anıtı'nda hiçbir zaman iyi bir komutan olmamış olan augustus; philippes 'teki zaferi kendisine mal ettiği gibi; "babamı öldürenleri sürgüne gönderdim. böylece yasaya uygun olarak kurulmuş mahkemelerle, cinayetlerinin öcünü aldım. sonradan devlete karşı savaş açtılarsa da, onları savaş alanında iki kez yendim." (41) ve 25. bölümlerdeki deniz zaferlerini de kendisine mal eder: "bütün dünyada, karada ve denizde, iç ve dış savaşlara giriştim. utku kazanınca, sağ kalan bütün yurttaşlara acıdım." (42) "..bütün italya kendiliğinden bana bağlılık andı içti ve actium zaferiyle sonuçlanan savaşta, benim başkomutan olmamı istedi.(43)
birinciyi yani philippi savaşlarını antonius 'a (ii. triumviri); ikincilerini, yani antonius'a karşı deniz savaşlarını da agrippa 'ya borçludur. ayrıca res gestae' yani m. ancyranum'da olanla olmayan, tam yapılanla kısmen yapılan birbirine karıştırılarak ve bunları yapanların adları yerine yalnızca augustus 'un adı konarak kaydedilmiştir. (44)
ayrıca augustus'un etrafında bir ekibi vardır; maecenas, agrippa, asinius pollio. ortada siyasi başarı ve roma'da iç savaşlardan sonra toplumsal bir huzur havası söz konusuysa bu, ekibin ortak bir başarısı olarak değerlendirilebilir mi? ya da şu dedikoduya göre; yoksa augustus, şair vergilius 'un övdüğü kadar büyük bir lider ve paylaşımcı bir insan değil midir?
augustus'un, bütün yaşamı boyunca desteği esirgememiş, ondan birşey beklemeyen dostu, hocası ve komutanı agrippa'ya ettikleri? başı ne zaman sıkışsa ondan yardım beklemiş, onun iyiliğiyle kör talihi yenmiştir. oysa yeğeni ve toy bir delikanlı olan marcellus 'un agrippa 'yı kıskanması, aşağılaması, gücendirmesi karşısında işe karışmamış augustus; büyük dostunun kendi 'legatus'u olarak suriye 'ye çekilmesine (i.ö. 23) birşey dememiştir. dahası var; agrippa gibi bir dostu değil, marcellus 'u yani toy ve kıskanç yeğenini, kendi yerine ön plana geçirmeyi (i.ö. 22) doğal görmüştür. o denli ki; marcellus ölmedikçe (i.ö. 22) bir daha agrippa 'yla yakınlaşamamıştır. oysa o augustus değil midir; monumentum ancyranum'un xxxiv 'üncü bölümünün sonunda "..iktidarım daha çoğalmamıştı; benimle birlikte devlet bakanlığı rütbesinde bulunan arkadaşlarımdan farkım yoktu." (45) diyen?
ayrıca, o agrippa ki, maecenas ile birlikte , augustus 'a düzenlenecek suikasti önlemiş.yetinmemiş, augustus, corvinius messalla 'nın altı gün içinde geri verdiği roma valiliği'ni en bunalımlı zamanda,ona önerince, yurttaşlık ahlakının hangi düzeyde olduğunu ispatlayarak, bu teklifi geri çevirmiş. (46)
öyle ya da böyle iktidarı elinde tutan augustus'un reformları aslında kendi isteğinden çok çevresinin baskısından doğmuştu, denebilir. ahlak üzerine reformlarına rağmen; augustus'un hafifmeşreplikleriyle ünlenen kızları bizzat o dönemde yetişmişti. bu durum, ailede reformla çelişkiliydi; aslında italya, iç boğuşmalardan sonra baştan başa çelişkilerle çalkalanıyordu: toplumsal yaşamda, latin ilkeleriyle grek ve doğu ilkeleri arasında karşıtlık; devleti bir egemenlik aracı bilenlerle onu bir kültür yüksekliğinin yarattığı ince araç bilenler arasında karşıtlık; roma'daki askeri cumhuriyet'le tüm-güçlü (kadir-i mutlak=omnipotent) imparatorların ve kralların elindeki asya uygarlığı arasında karşıtlık!
caesar'ın moda durumuna getirdiği, kopya, bunun için de aşağılık maddeci ve dinsiz epikurosçuluğun çömezleri olan sonradan erme ve görmelerle, stoacılığın ve pythagorasçılığın avuntusunu benimseyen büyük halk kitleleri arasında karşıtlık vardı: boğazına dek aşağılık duruma batmış, iflas etmiş (iskender'den sonraki) grek ve ege dünyasından kopya edilen epikurosçulukla stoacılık çarpışıyordu. bu çarpışma, pythagorasçı anlayışın yardımıyla stoacılıktan yana desteklenmişti. epikurosçuluk, zamanın tanrısı kesilen insanın; augustus'un yarattığı memurların, temsilcilerin (zenginlikten patlayan) dünyasını sarmıştı. garip bir pythagorasçı inançla gücü artan stoacılıksa "saflaştırmacılığı" (bkz: puritanisme) doğurmuştu.
augustus, reformlarına bu saflaştırmacıların baskısı altında başlamıştır. bunlar arasında tiberius nero ve vergilius gibi soylular ve idealistler vardı; ama onulmaz kıskançlıkların kıvrandırdığı orta sınıf, çoğunluğu oluşturuyordu. ötekiler kural tanımaz, dimdik zevke ve sefaya koşarken; yeni ve zengin soyluların lüksüne ve rahatına hiçbir yolla ulaşamayan bu kitle, bir yandan sonsuz yoksulluklarının, öte yandan inançlarının çitleriyle çevrelenmiş bulunuyordu. böylece "roma'nın askerlik ve siyasetteki büyüklüğünün temeli dindir," diyen bir metafiziğin soylu duygularıyla kin, kıskançlık ve nefret duyguları, aynı saflaştırmacılık kaynağından besleniyordu. birey için aile duygusu neyse, uluslarda geleneklere saygı odur. bu saygı, aşağılık duygusu, korku, çıkar ya da tutkuyla şaşırmamış olan her olağan insanla birlikte doğan iyi özelliklerdendir. taşkın bir bencilliğin ya da sert bir zorbalık yönetiminin sonucu, dağılmak üzere bulunan toplumun karşısında duyulan içten kaygıyla geleneklere saygıyı birleştiren güç; saflaştırmacılıktı. bu duygu ve bu kaygı, vergilius'a aeneis'i yarattırmıştı. şair bu yapıtıyla, roma'yı yükseltmek isteyenlere tarihin ve geleneğin bir dayanağını armağan ettiğine inanıyordu.

aslında dağılmak üzere görünen roma'nın geçmişteki büyüklüğüne duyulan özlem, o dönemde pek açıktı. toplumun her işinde bu özlemi görebiliyoruz. italya'da büyük, klasik avrupa rönesansını yaratan güç, işte bu özlemdi. bugünün türkiyesinde, bu geçmişteki büyüklüğe özlem, mimarlıkta "yeni-türk biçemi" yaratmış, yazında halk şiirini ön plana geçirmiş, osmanlı döneminin "türk ocaklarında türkçülükü devlet siyasetinin belkemiği yapmıştır. roma'da bu özlem, "eski biçem"deki sanatı yaratmış; sıra sıra bunalımlar, göçüşler bütün toplumda (yalnızca büyük, yalnızca güzel, yalnızca sürekli parçaları yaşayan ve gözüken) geçmiş dönemin bu özlemini körüklemiştir. şu ünlü "üçler meclisi"nin kanlı üyesi, philippi savaşının beceriksiz komutanı, deniz savaşlarının korkak ve yeteneksiz amirali, bir zamanlar "velletri tefecisi" diye anılan caesar' in alay ve acıma konusu olan yeğeni augustus, işte bu büyük özlemin odağı olmuştu! (47)

augustus dönemi roma'sının resmini böylesine ince detaylarıyla ortaya koymamın sebebi; destanda dido 'nun trajedisine karşılık aeneas 'ın da sembolü ve prototipi olduğu, iç savaşlardan bunalmış bir halka, zaten beklenmekte olan kurtarıcı rolü biçilmiş octavianus 'un ve roma 'nın trajedisini anlayabilmekti. zira kimi şiirlerde, duygu ifadelerinde 'mutlu son' un yakıştırılmadığı bir kavram olan 'aşk'ın, tam da destanımızın başlarında anlatılmakta olduğunu, aeneas ile dido arasındaki aşkın mutsuz bir şekilde sonlanması, aslında kazanç ve tarihin akışı açısından bir nevi 'mutlu son' olarak değerlendirilmesi gerektiğini bilmeliyiz. tekrar dönelim; destanımıza, dido 'nun eski yürek ağrısından söz edip, en son şölende bırakmıştık kraliçeyi, aeneas'ı, onun oğlu ascanius kılığındaki amor'u ve diğerlerini. i. kitabın sonunda dido, şairin deyimiyle 'yudum yudum içerek aşkı' uzun uzun konuşur aeneas'la. priamus'u sorar, hector'u, aurora'oğlu 'nun silahlarını merak eder, diomedes'in atlarını düşünür,'nasıldı achilles ?' der, ve aeneas'tan tüm olan biteni anlatmasını ister ve ii. kitaba geçeriz.
ii. ve iii. kitapların tamamı dido'nun isteği üzerine aeneas'ın troialıların hikayesini anlatmasıyla geçer. (ii. kitap: yunanların troia 'ya girişleri - troia yanarken aeneas 'ın rüyasında hektor 'un hayaletini görmesi - hayaletin ona kutsal bazı heykellerle kenti terkedip başka bir yerde yeni bir kent kurmasını söylemesi – aeneas 'ın ailesiyle birlikte troia 'yı terketmeye karar vermesi – babası anchises, karısı creusa ve oğlu ascanius 'u [julus] alıp şehri terketmeye hazırlanması – creusa 'nın daha hazırlanamadığından arkadan gelirken, yunan askerleri tarafından yakalanıp öldürülmesi - aeneas'ın arkadaşları ile birlikte gemiler yaptırması – iii. kitap: aenas'ın nasıl yola çıktıkları [hektor ona nereye, nasıl gideceğini söylememiştir.] - denizde sağa sola, şuraya buraya giderek kuracakları kentin yerini bulmaya çalışması – kararsızlık içinde trakya, yunanistan, girit ve sicilya kıyılarına gitmesi – sicilya 'da babasının ölmesi ve gömülmesi – sonra roma 'ya gitmek için yola çıkmışken fırtına yüzünden kartaca kıyılarına düşmeleri) (48)
bu iki kitap, odysseus'un alkinoos'un sarayında yaptığı gibi, aeneas'ın o güne kadar olan serüvenlerini anlatmasına fırsat verir. (49)
iii. kitap şöyle sonlanır:
"..bu son çilemdi, uzun yolculuğun son durağı ayrıldık ordan, tanrı attı bu kıyılara bizi. herkes dikkatle dinlerken aeneas ata böyle yineliyordu, tek başına, tanrı kaderini,anlatıyordu uzun dolaşmalarını, sonra sustu öyküsünü bitirip sakin kaldı." (50)
iv. kitap, kraliçenin, kardeşi anna 'yla aeneas'a duyduğu aşk üzerine dertleştiği sahneyle başlar:
“kraliçeyse aşk derdine düşmüş, çoktan sevdalı, damarlarında besliyor sızlayan yarasını, gizli bir kor yüreğinde, eriyor için için. hiç aklından çıkmıyor sayısız kahramanlığı, ulu, şerefli soyu o yiğidin; asil yüzü, sözleri yüreğine saplanmış kalmış sanki; aşk derdiyle huzuru kalmış ne de sükûnu! ertesi şafak phoebus'un çırağılanyla tüm yeryüzünü dolanmaya başlarken, göklerdeki nemli karanlıkları dağıtıp aydınlatırken, şöyle konuşur dido, aklı fikri perperişan, gönlünün yarısı bacısına: "canım kardeşim, nasıl bir kabus bastırdı, kararsız koydu beni, ne bambaşka bir konuk ayak bastı evimize! o soylu görkemi vurmuş yüzüne, cesareti, başardığı savaşlar! hem sanırım, boşuna da değil bu inanç, o bir tanrı soyundan gelmiş olacak. korkudur açığa vuran alçak ruhları. ah, yazık! ah, kaderlerin elinde nasıl savrulmuş kalmış! hangi cenklere katlanmış, ne destanlar yaratmış! ilk aşkımın hayali kırılınca bir ölümle, "başkasıyla evlenemem!" diye verdiğim karar, böylesine saplanıp yerleşmeseydi gönlüme, gerdekten, düğün çırağılarından böylesine dehşet duymasaydım ben, yalnız onun sevdasına kaptırabilirdim belki kendimi. evet anna, saklamayacağım senden; zavallı sychaeus'un, kocamın acı kaderinden sonra, kardeşimin cinayetiyle, evim barkım. ocak tanrılarım dağıldıktan sonra, tek bu adam duygulandırdı, bir tek bu çeldi, kararsız koydu gönlümü benim. canlanıyor içimde izleri eski yangının. yok yok, sana karşı gelmektense, çiğnemektense yeminlerini utanç duygusu! gömsün beni de dilerim, kara toprak, ya her şeye kadir tanrı çarparak şimşeğiyle, o hayaller diyarına, erebus'un soluk yüzlü hayaller diyarına, indirsin beni dilerim, kapkara zulmetine! ilk bağlandığım erkek, alıp gitti tüm aşkımı, korusun hep mezarında, kendisiyle birlikte!" böyle deyip ıslattı gözyaşlarıyla sel gibi, kıvrımlarını giysisinin. yanıt verdi anna:
'ey ışıktan çok sevdiğim kardeşim! sen hep böyle, tek başına mı geçireceksin, acılı yaslı, güzelim gençliğini? hiç tanımayacak mısın tatlı çocuk sevgisini, venüs'ün zevklerini? ölülerin külleri, ya da toprağa gömülmüş atalarımız hiç aldırır mı bu işe sanki? peki, libya'da, daha önce, tyrus'da bir talip çekemedi senin dertli ruhunu; iarbas'ı, yengi dolu afrika toprağının beslediği, başka önderleri hor gördün ya, ama şimdi de direnecek misin yoksa hoşlandığın aşka da? bir düşünsene kimlerin memleketine gelip yerleştin? surdan savaşta yengi bilmez kentleri gaetul'lerin, gem tanımaz numid'ler, konuk almaz syrt'ler çeviriyor topraklarını; öte yandan, kuraklıktan ıssız kalmış bir bölge ve dört yana saldıran azgın barce'liler! tyrus'da patlayan savaşlar için o ikiz kardeşinin saçtığı, ne diyeyim tehditler için ... tanrılar gözetmiş, iuno yardım etmiş de sana, troia'nın gemilerini atmış yeller, sanırım, bu kıyıya. öyle yiğit bir kocan olsa, düşün, şu gördüğüm kartaca, nasıl bir kent olur, nasıl yücelir krallığın! teucer silahları eklenince, nerelere ulaşmaz anı şanı kartaca'nın? yalnız tanrılardan özür dile kardeşim, sonra kutlu kurbanlar kestir de, ağırla konuğunu; onu oyalamak için de, bahaneler uydur: 'fırtına, sağnaklı orion kudurdu denizde,hırpalıyor tekneleri, gökle baş edilmez! de.' böyle söyleyip ateşledi, dido'nun içinden dolup taşan aşkı anna, kuşkulu yüreğine umut verdi, sildi kalbinden tüm utancı, arı.” (iv, i, 55) (51)
şairin deyimiyle, kalbinden utancı silen kraliçemiz ve yönlendiricisi kardeşi, tapınaklara koşarak, barışı huzuru ararlar, yasa koyucu tanrı ceres'e, phoebus'a, lyaeus ataya ve özellikle evlilik bağını gerçekleştiren iuno'ya kurbanlar keserler.
bu bölümde şair vergilius, dido'nun yorgun ve aşık yüreğini şu şekilde anlatır:
“iliklerine işlemiş dido'nun aşk ateşi, için için can buluyor sevda yüreğinde. yanıp tutuşuyor mutsuz kadın, çılgınlar gibi, dolanıp duruyor kenti. girit ormanlarında uzaktan, kanatlı oku bırakırsa rastgele geyiğin bağrında çoban, dicta ormanlarında, fundalıklarında nasıl kaçarsa geyik ama ölümcül ok saplı kalırsa yine böğrüne, tıpkı öyleydi dido da: şimdi götürüyordu surların ortasına aeneas'ı.. (iv, 68, 73) .. şimdi söze başlıyor, dudaklarına takılıp kalıyor yarıda sözcükleri; akşam olmdan özlüyor son şölenlerini, şimdi çılgın gibi dinlemek istiyor acı çilesini ilium'un, bir daha bir daha! alamıyor hiç gözlerini yüzünden aeneas'ın öyküsünü anlatırken; .. (iv, 79, 82) .. o yokken dalgın, yitik, bir onu görüyor,onu duyuyor, ya da babasıyla kapılarak benzerliğine ascanius 'u göğsüne bastırıyor, kimbilir dile gelmez aşkını yatıştırır belki, diye!” (iv, 85, 87) (52)
bu sırada limanda savunma dahil olmak üzere her iş durmuştur kartaca'da, 'tehdit saçan koca surlar, havada asılı durmakta göklere değen iskeleler.' bunun üzerine kartaca' nın en büyük tanrıçası iuno engel olamayacağını anlayınca dido 'nun bir troia'lıya olan aşkına, venus'a yanaşır ve onu bu aşkı oğlu amor 'la birlikte dido'nun kalbine yerleştirdikleri için sinsi bir şekilde kutlar:
"üstün onur, koskoca ganimet kazandınız siz gerçekten, sen de oğlun da. eğer iki tanrının düzenine yenildiyse bir kadın (dido), sizin için ne büyük, unutulmaz bir ün bu!" (iv, 92) (53)
ve troia'lıları hiç sevmeyen iuno, yenilgiyi kabul etmiş gibi görünerek bu övgüsüne bir de şu teklifi ekler:
"hem bilmem mi ben, senin surlarımıza, ulu kartaca 'ya karşı nasıl kuşku doludur yüreğin ama ne zaman biter bu düşmanlık? ya da sonu bu yarışmanın nereye varır? neden seninle sürekli barış yapmıyoruz, bir düğünle de pekiştirmiyoruz? böylesi daha iyi değil mi? niyetlendiğin herşeyi elde ettin: yanıp tutuşuyor dido, karasevdası işlemiş iliklerine değin. gel birleştirelim halkımızı, eşit haklarla yönetelim onları. izin vereyim de dido, troia 'lı bir kocaya hizmet etsin, buyruğuna çeyiz olarak getirsin tyrus'luları, senin."(iv, 98-103) (54)
bu satırlardan da anlaşıldığı gibi artık destanımızda bir de 'iuno – venus' karşıtlığı söz konusudur. bu karşıtlığa değinmeden evvel destanda venus 'un teklife verdiği yanıtı da bir görelim;
“şöyle yanıtladı venüs da - anlamıştı çünkü yapmacık yürekle konuştuğunu tanrıçanın, italya'daki krallığı libya topraklarına aktarmak istiyordu aslında.- 'kim reddeder bu teklifi, ya da seninle çatışmayı yeğ tutar? insan deli olmalı. yeter ki bu teklifini uygun bulsun alın yazısı da. ama kaderden endişe ederim. ne ister acaba iuppiter? troia'dan gelenlerle tyros'lular bir kent kursun, iki halk bir andla bağlansın birbirine!1 ister mi? uygun bulur mu bunu? iuppiter'in eşisin sen, ricalarla gönlünü etmek senin hakkındır, et haydi, ardındayım ben.'” (iv, 105-114) (55)

şairin de dediği gibi, iuno 'nun kafasında asıl dido'yla aeneas'ı evlendirerek aeneas'ın gelecekte hakim olacağı 'italya 'daki krallığı libya topraklarına katma' düşüncesi vardı. ve bu düşüncesini gizleyerek venus'a şöyle cevap verir iuno:
"'evet benim görevim, doğru bu, şimdi dinle beni bir iki kelimeyle sana, nasıl başarılabilir bu iş anlatayım ben: yarın güneş doğar doğmaz, yayınca yeryüzüne ışıklarını, aeneas'la çok kadersiz dido, gitmeğe hazırlanıyorlar ormana; avcılar ağları germek için koşuşurken korulukta, doluyla yüklü kara bir bulut indiririm gökten, yeri göğü oynatırım gümbür gümbür yerinden; kaçışır arkadaşları, yoğun gece her şeyi örter; dido'yla troia'lı önder de sığınırlar aynı mağaraya; ben de orda olurum, buysa senin de istencen eğer, evlilik bağlarıyla bağlarım ikisini de sımsıkı, aeneas'a veririm dido'yu, orda olur gerdek tanrısı.'” (iv, 116-128) (56)
destanda kız tarafı ile erkek tarafı olarak değerlendirilebilecek bu iki tanrıçanın karşıtlığına sadece vergilius 'un aeneis'inde rastlamıyoruz.argos yakınlarında kanathus pınarında düzenli olarak yıkanarak bakireliğini tekrar tekrar kazanan iuno 'ya yani hera'ya karşılık, venus yani aphrodite de paphos 'da yıkanırmış. (57)
iuppiter yani zeus 'un hem kızkardeşi hem de karısı olan iuno 'nun kocasını çeşitli kereler kıskandığı bu yüzden, kocasının venus ile olan ilişkisinden ötürü hem onu hem de ondan doğan oğlu amor yani eros 'u sevmediği de düşünülebilir. hatta venus 'un dilere destan güzelliği ve paris 'in tercihi de aradaki uyuşmazlığın sebepleridir. ayrıca venus 'un, iuno'nun belki de zeus 'un birlikteliklerini kıskanarak tek başına yaptığı oğlu hephaistos ile evliyken, onu mars ile aldatması, onun venus'a olan kinini daha da büyütmüş olabilir. zira venus 'un daha sonra dionysos ile olan birlikteliğinden, devasa üreme organına sahip olan priapos dünyaya gelmiş, ki ona bu uygunsuz görünüşü veren de venus 'un herkesle yatmasına öfkelendiğinden ötürü, iuno 'nun ta kendisiymiş. (58)
venus 'un, aeneas'ın babası anchises 'le olan ilişkisi kimilerine göre şöyledir;
anlatılanlara göre; tanrıçanın sihirli kolyesi iuppiter’i her zaman tahrik etmiş ve sonunda baştanrı (tanrıçayla aşk yaşayamamanın acısıyla), onu bir ölümlüye delice âşık ederek küçük düşürmeye karar vermişti. bu kurban ilos’un torunu olan dardanoslar'ın kralı yakışıklı ankhises'di. bir kral troya'daki ida dağı'nda bir çoban kulübesinde yatarken, güzel tanrıça gönlünü kaptırdığı delikanlının yanına göz kamaştırıcı kırmızı bir kaftan içinde bir phrygia prensesinin kılığına girerek yaklaştı ve etrafında vızıltıyla uçuşan arıların eşliğinde âşığıyla, üzeri ayı ve aslan postlarıyla kaplı olan yatakta birlikte oldu. şafak atıp ankhises uykusundan uyandığında, tanrıça ona gerçek kimliğini açıklayarak ondan kendisiyle yattığını kimseye anlatmamasını istedi. ölümlü birinin bir tanrıçayla birlikteliğinin hemen yaşlanmak anlamına geldiğini bilen delikanlı korktu ve aphrodite'ye hayatını bağışlaması için yalvardı. aphrodite korkacak bir şey olmadığını ve oğullarının çok ünlü olacağını söyledi. ne var ki ankhises birkaç gün sonra arkadaşlarıyla birlikte oturduğu içki masasında, "aphrodite ile yatmaktansa filan kişinin kızıyla yatmayı tercih etmez misin?" sorusunu, "her ikisi ile de yattığım için bu benim için aptalca bir soru." diyerek cevapladı. zeus bunu duydu ve ankhises'e bir yıldırım fırlattı. eğer aphrodite sihirli kuşağıyla araya girip yıldırımın yönünü başka yere çekmemiş olsaydı, baş-tanrı oracıkta öldürecekti genç adamı, ne var ki bu şok ankhises'i o kadar güçsüz düşürdü ki, tanrıçanın sevgilisi bir daha ayağa kalkamadı ve aphrodite oğlu aeneas'ı dünyaya geldikten sonra ona olan ilgisini kaybetti. (59)
tekrar destana dönersek; herşey iuno 'nun dilediği gibi olur. aynı mağaraya girer dido ile aeneas. gerisini şairden dinleyelim;
“dido'yla troia'lı önder vardılar aynı mağaraya, ilkin işaret verdi, toprak'la everen iuno, gerdeğin yardakçısı; havada ateşler çaktı durdu. su perileri uludular gerdek şarkısını dağ doruğunda.ilk o gün hazırlandı ölüm, felaket nedeni dido'nun, onur, görenek unuttu saygısını. ama gönlünde yatan, kaçamak aşk da değildi:bir evlenme demekteydi buna, bu ad altına örtüp gizlemek istiyordu dido hatasını.” (iv, 165-173) (60)
aeneas ile dido 'nun evlenip, birlikte devleti idare etmeleri fikri augustus döneminde roma dünyasında art arda çıkan evlilik yasalarını ve sadece dido 'nun karakteri de devlet idaresindeki güzel, güçlü, tutkulu, iradeli eşleri anımsatmaktadır; livia, scribonia, octavia ve hatta julia gibi.(61) dönemin roma'sına küçük bir bakış attıktan sonra, yeniden destana dönersek; mağaradan tüm kartaca'ya yayılan dido ile aeneas birlikteliği üzerine söylentileri evvela belirtmeliyim. zira vergilius, eserin tam bu noktasında çok kuvvetli 'söylenti' betimlemeleri yapmaktadır; “söylentinin anası toprakmış, ceos'la enceladus'un en küçük kardeşiymiş,ayağına tez, kanadına hızlı, korku saçan bir canavar azmanıymış, ne kadar tüyü varsa o kadar keskin gören gözü varmış bedeninde, o kadar dili varmış, o kadar konuşan ağzı, o kadar da dikilmiş kulakları, gece uçarmış,karanlıkta gözlerini yummazmış, gündüz de bekçi gibiymiş, evden eve çatıdan çatıya atlar, koca kentlere dehşet saçarmış, hem iftiranın, yalanın sadık habercisiymiş hem de gerçeğin, karşıtları eşitçe şakır dururmuş hep olanı da olmamışı da.” (iv, 180-190)
benzer söylentiler, destanın yazıldığı yüzyılda, roma'da, mısır'da yaşanan marcus antonius ve kleopatra aşkı için de söz konusuydu. shakespeare, eserinde octavius'a şu sözleri söyletir: “..büyük ortağımıza garez duymak caesar'ın yaradılışına sığacak şey değil. ama iskenderiye'den gelen haberler de şunlar: balık avlamak, içki içmekmiş işi gücü;geceleri ışık dayanmıyormuş cümbüşlerine; kleopatra ondan daha erkek gibiymiş. o batlamius'un dulundan daha kadınsı. habercilerimizi neredeyse dinlememiş bile; bizler ha var ha yokmuşuz gibi davranmış. oku da gör: insanoğlunun bütün düşkünleri bir araya gelmiş sanki onda.” (ant.,i, iv,5-10) (62) aşkı uğruna görevini unutmuş, roma'yı karşısına almış, aynı eserde kendisine “bırak, roma gömülsün tiber'in sularına.” (i,50) (63) dedirtilmiş m. antonius 'tan farklı olarak aeneis destanında tanrıçaların yönlendirmesiyle benzer bir aşka kapılmış aeneas ise tanrıçalar nevindeki ihtirasların, mücadelelerin, inançların tam göbeğinde, kendisine verilen görev ile aşkı arasında kaldığında, tercihi görevi lehinde olacaktır. bu da aslında baş tanrı iuppiter 'in isteği doğrultusundadır. destana kaldığımız yerden devam edelim; 'söylenti yel gibi yayılmıştı büyük kentlere dido ile aeneas'ın birlikteliğinin.'
“..troia kanından doğmuş aeneas geldi kente; güzel dido da kendine layık bulup birleşti onunla! şu koca kışı tatlı tatlı, zevk içinde geçiriyorlar şimdi. yüz karası bir tutkuya kapılarak ikisi düşünmez oldular krallıkları!” (iv, 192-194) (64)
(görüldüğü gibi bu sözler yukarıda alıntı yaptığım shakespeare 'in dizelerindeki, octavius 'un antonius'a siteminden pek farklı değil.) afrika'da triton ırmağının güneyinde oturan maxitan'ların, bir zamanlar dido'yla evlenmek isteyen kralı iarbas'a da ulaşır söylenti ve bunun üzerine kral sunaklarda iuppiter'e şöyle yakarır:
"ey kudretli iuppiter! şölenlerde maur soyunun işli döşeğe yatıp uğruna bacchus şarabı saçtığı tanrım! görüyor musun şu olanları? yoksa boşu boşuna mı dehşete düşüyoruz, şimşeğini çakarken sen! ruhumuzu ürperten ateşler, kör ateş mi yoksa, bulutları aşan başka bir gürültü mü, babacım, bu şamata? bir kadın, yersiz yurtsuz ve avare dolaşırken yurdumuza gelip de küçük bir kent kurmak için, para verip bizden bir avuç toprak alan kadın, yasalarımıza boyun eğdirip, sürülecek küçük kıyı verdiğimiz kadın, koca olarak istemedi de beni, kabul etti krallığına aeneas'ı efendi diye! bir sürü hadımıyla, elde etti kadını şimdi erkek bozuntusu, çenesine, saçına maeonia mislerine bulanmış kurdeleler dolayan paris, keyfini sürmektedir ele geçirdiği ganimetinin. bunun için tapınağına armağanlar sunduk, sözüm ona kudretine saygı gösterdik demek!" (iv,208-218) (65)
iuppiter de bu çığlığa kulak verir ve oğlu postacı mercurius 'u çağırarak buyruğunu verir:
"var git, oğul, çağır meltemleri, kanatlarınla ak da konuş, tyrus'lu kartaca kentinde şimdi oyalanan, kaderlerin üstüne yüklediği kenti kurma görevini aklından çıkaran dardanus'lu önderle, götür ona sözlerimi tez esintilerle: güzeller güzeli anası venüs'ün vaadi bu değildi bize. bu amaçla grek silahlarından iki kez kurtarmadı onu. yeni devletlere gebe, savaş için çırpınan italya'ya egemen olacaktı o; teucer'in yeni bir kuşak üretecekti soylu kanından, tüm dünyayı alacaktı yasaları altına, buydu onun alın yazısı. bunca başarının onuru alevlendirmiyorsa onun ruhunu, ün şan kazanmaya çalışmazsa kendisi için, çok mu görüyor ascanius'a baba olarak, roma'nın yüksek hisarlarını? nedir niyeti? ya da düşman bir soyun kentinde hangi umutla oyalanıyor? ausonia'lı kuşaklarını, lavinium topraklarını unuttu mu yoksa? tez yelken açsın, son sözüm bu, ilet haberimi!" (iv, 223-237) (66)
aeneas surların, yeni evlerin yapımıyla uğraşırken, tyrus erguvanıyla boyanmış yün üstlüğüyle pırıl pırıl parlarken omuzlarında, mercurius ona gelir ve 'pater deorum et rex humanum' yani iuppiter 'in buyruğunu iletir:
“demek şimdi temellerini atıyorsun yüksek kartaca'nın, güzel bir kent kuruyorsun sevgili eşin için. unuttun mu, yazık, krallığını, görevlerini? tanrılara buyuran ulu tanrı beni sana yolladı parlak olympus'tan, hani yeri göğü istencesiyle döndüren tanrı; hızlı yellerle şu haberi ulaştırmamı buyurdu, kendisi: nedir niyetin? hangi umutla geçiriyorsun günlerini libya topraklarında? bunca işin onuru alevlendirmiyorsa senin ruhunu, ün şan kazanmaya çalışmazsan kendin için, bak serpilen ascanius'a; oğlun julus'un düşün geleceğini. onun payına düşmüştür italya krallığı, roma toprakları." (iv, 265-276) (67)
mercurius uçup giderken aeneas'ın dili tutulur, korkudan sesi de boğazında takılı kalır, bir nevi tanrı emri onu ta canevinden vurmuştur. ve mnestheus, sergestus ve güçlü serestus'u yanına çağırır ve arkadaşlarını kıyıda toplamalarını, gemileri gizlice donatmalarını, araç gereçleri hazır etmelerini fakat durumu gizlice yapmalarını emreder. kafasında dido 'ya en uygun anda, yeni kararını açıklama düşüncesi vardır fakat dido'dur bu gizli hazırlıkların ilk farkına varan. karısı fulvia 'nın ölümü ve iç savaşın roma 'da kızışması üzerine bir ara roma'ya dönme kararı alan antonius'un kleopatra'ya gideceğini açıklaması üzerine, mısır kraliçesi şu şekilde tepki verir: “..yeminlerin tanrıların tahtını da sarssa, nasıl inanabilirdim benim olduğuna, benim kalacağına? kimdi fulvia'yı aldatan? insan deli olmalı ki kansın o yalnız ağızdan edilen, edilir edilmez de bozulan yeminlere!.. bahaneler arama gitmene: hoşçakal de ve git. kalmak istediğin günlerde neler söylemiştin neler. gitme sözü yoktu o zaman. sonsuzluk dudaklarımızda, gözlerimizde, mutluluk kaşımız kirpiğimizdeydi, o zaman. varlığımızın tek kılında bile tanrısal birşeyler vardı. bugün bunlar yine var, yok dersen, dünyanın en büyük yalancısısın, dünyanın en büyük askeri de olsan.. senin boyun posun bende olmalıydı, mısır'da bir yürek olduğunu görürdün, o zaman.. gel, kharmian, şu sıkı bağları kopar. ama, bırak kalsın; ben çabuk hastalanır, çabuk iyileşirim: antonius'un sevgisi gibi.. bari dön bir yana da fulvia için ağla; sonra, bana veda ederken, mısır içindi dersin döktüğün yaşlar. haydi en iyisi bu: öyle yaman bir yapmacık döktür ki doğruluğun ta kendisi gibi görünsün.”
antonius da gitmeden evvel şu pek unutulmaz sözü eder; “.. bu ayrılmamız hem kalış hem gidiştir ikimiz için: sen ne kadar kalsan da geliyorsun benimle; ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle.” (68)
antonius ile kleopatra sonradan yeniden birleşirler, antonius yine döner kleopatra'sına hem gerçek tarihte hem de yukarıda alıntı yaptığım shakespeare 'in eserinde. fakat aeneas ile dido arasındaki veda sahnesi pek de onlarınkinden farklı olmamakla birlikte, sonunda koyun koyuna ölen antonius ile kleopatra'nın mutlu/mutsuz sonları bakımından farklıdır. gelelim destanımıza ve sözünü ettiğim ayrılık sahnesine, dido çeker aeneas'ını kenara ve sitem eder ona;
“"böyle büyük bir günahı, hain, gizleyecektin, yurdumdan sessiz sakin sıvışacaktın öyle mi? nasıl umabildin bunu? bir bağ yok mu içinde? şu aşkımız, vaktiyle verdiğin andlar hiç mi hiç, engel olmadı mı sana? ya da korkunç ölüme atılmaya hazır dido? karda ayazda bile, ah taş kalpli! hazırlıyorsun demek donanmanı, poyrazlar arasından denize açılmak için, için içine sığmıyor öyle mi? yaban eller, adsız meskenler aramasaydın, o eski troia ayakta olsaydı, dalgalı denizleri aşıp arar miydin troia'nı? ha, arar miydin, söyle! kaçtığın ben miyim yoksa? gözyaşlarını aşkına, sağ elin, senin aşkına -mutsuz başıma artık ne bıraktım ki!- birleşmemiz aşkına, gerdeğin ilk günleri aşkına, bir iyilik yaptımsa sana, ya da tatlı bir şey buldunsa bende, yalvarırım,acı çöküp giden şu sarayıma! ricalara duyarlıysan hâlâ, vazgeç şu giriştiğin işten! libya halkı, nomad zalimleri, senin yüzünden nefret ediyor benden! hep senin yüzünden sildim yüreğimden ar duygusunu, yitirdim ünümü, yalnız bu ün eskiden yıldızlara yükseltirdi beni. kimlerin eline bırakacaksın, söyle, ölmek üzereyken, konuğum! bana bu ad kaldı, bu konuk adı madem, kocam dediğim erkekten! niye yaşıyorum hâlâ? kardeşim pygmalion gelip surlarımı yakıp yıksın diye mi? yoksa gaetul iarbas esir edip götürsün diye mi? bari sen kaçmadan önce, bir çocuğum olsaydı senin kanından, bir küçük aeneas, oynardı sarayımın avlusunda, yüzü de sana benzer bir oğlan, hiç olmazsa kendimi böylesine aldanmış, bırakılmış hissetmezdim!” (iv, 305-330) (69)
augustus döneminin sürgündeki şairi ovidius'un heroides'indeki mektuplardan biri de dido 'nun aeneas'a yazdığıdır. ve oradaki dido, aeneas'tan çocuk bekleme hususunda vergilius 'un dido'sundan daha karamsardır; “..belki de talihsiz dido hamiledir, hani şu terkettiğin, ve bir parçam vücudumda saklı olanı reddeder, zira zavallı bebek de katılacak annesinin talihsiz kaderine, ve sen doğmamış çocuğunun yaratıcısı olacaksın. annesiyle birlikte iulus'un kardeşi de ölecek ve bu ceza her ikimizi de ortadan kaldıracak.”(ovid, her,vii, 133-138) (70)
aeneis'te ise aeneas şöyle cevap verir dido'ya;
"say dök, kraliçem, doya doya sen, borçlu olduğum her şeyi sana, inkâr edecek değilim! kendimi bildikçe de, organlarıma can verdikçe de soluğum, seni seve seve anacağım hep. savunmam da kısa olacak. sanma ki senden gizli kaçmayı tasarlamıştım. hem evlilik çırağılarını hiçbir zaman vaat etmemiştim sana, andlaşma yapmadımdı seninle! kader kendi kararımla düzenleme fırsatını verseydi hayatımı, gönlümce davranmak mümkün olsaydı benim için, önce troia kentinde oturur, yakınlarımın sevgili ölülerine saygı gösterirdim ben; yüksek priamus sarayı da ayakta kalırdı, ellerimle onarır, yenilmişlerin uğruna, bayındırırdım pergama'yı yeniden. şimdiyse grynia'lı apollon büyük italya'yı benim kurmamı buyuruyor, likya'lı kehanetler de italya'ya ulaşmayı kısmet etmişler bana. benim aşkım da, yurdum da orası, italya'dır.kartaca surları, libya kentinin görünümü, bir fenikeli'yken sen, tutuyorsa seni burda, teucer'ler sonunda ausonia topraklarına yerleşecek diye, içinin burkulması neden? krallık kurmak için yaban ellerde yer aramak mubahtır bizim için de! yeryüzünü örttükçe nemli gölgeleriyle gece, ışıklı yıldızlar yükseldikçe göklerde, uyarıyordu babam anchises, düşümde beni, endişeli hayali kâbus gibi basıyordu. oğlum ascanius'u hesperia krallığından, kaderlerin ona ayırdığı topraklardan yoksun bıraktım diye, bu sevgili varlığıma haksızlık ettim diye, eziliyordu yüreğim; şimdi de tanrı habercisini yollamış bana, îuppiter'in kendisi, tez yeller üstünde getirdi buyruklarını, yemin ederim ikimizin başı üstüne, gözlerimle gördüm parlak ışıklar içinde, surlarını aşarken, sesini de işittim kulaklarımla! ne beni, ne de kendi yüreğini yak yakınmalarınla, isteyerek gitmiyorum ben italya'ya.işte biz böyle tanıştık.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...