Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Gölgeler ve Toz


narziss

Öne çıkan mesajlar

Bi' bakıp çıkıcaktım, bi' de yazdığım şu hikayeyi paylaşayım dedim: (meraklısına not; biraz uzundur ve benim ismim Eren'dir. neden ismimi söylediğimi yazının sonunda anlayacak okuyanlar)

Hiç inanmadım doğum günlerine. Kim ne zaman doğarsa doğsun, boş bir beklentiden başka bir yönü yoktur doğum günlerinin benim için. Mitlere inandım ama hep, özellikle sonları kötü olduğunda. İronik bir şekilde, çoğu miti de istemeyerek gittiğim doğum günlerinde öğrendim. Theseus ile Achilleus’un hikâyesini, Amazonları, Cyrus Spitama’yı, yüce Thor’u, kalleş Loki’yi. Herkes gülüp eğlenirken, ben köşede oturup sessiz sedasız sigarasını içen adamı buldum hep, hemen dost oldum onunla, “anlat” dedim, her seferinde farklı bir şey anlattı. İşte bu kez, Nisan ayının hatırlayamadığım bir gününde doğmuş bir arkadaşımın epey kalabalık doğum günü partisinde tanıştığım bir adamın anlattığı bir hikâyeyi aktaracağım size, onun ağzıyla, onun kelimelerinden:

Aziz dostum, alacakaranlıkta sirenlerin notaları medusaların bakışlarıyla taş kesilirken geçer bu öykü. İstediğin gibi, karamsar ve hazindir; Vitamori’nin öyküsüdür bu. Şaşırdığını görüyorum dostum, şaşırma. Bu duraksaman bana Latince ile az da olsa ilgilendiğini gösterip bahtiyar etti beni, en azından öykümü değerini bilecek birine anlattığımı görüyorum. Hayır, hiç geri çekme kendini. Kafanda birçok soru var farkındayım, izin verirsen hepsini sırayla cevaplamak istiyorum. Evet, Vitamori, eski Yunan’da Latince bir isim, ama inan bana öykünün tek garipliği bu değil. Haha! Beni onayladığını görüyorum, daha bahtiyar oldum aziz dostum, takdir edersin ki bugünlerde eski dillerle/sanatlarla iyi derecede ilgilenen birilerini bulmak zor; Camus’un Düşüş’ünde anlattığı gibi bir dünyaya doğru gidiyoruz hızla. Dostum sürprizlerle dolusun! Yine beni onayladığını görüyorum, demek ki Camus da okuyorsun, ne mutlu bana, bu gereksiz toplantıya gelmeme ve burada karşılaşmamız için işbirliği yapan evrene! Efendim? “Evren” yerine “Tanrı”yı mı tercih edersin? Uygundur dostum, uygundur. Sen yeter ki beni dinle, ben inançlarım konusunda o kadar katı değilimdir inan bana. Latince ile ilgilendiğini gördüğümden, “vita” ve “mori” kelimelerini şimdiden ayrıştırdığından adım gibi eminim. Hay ağzına sağlık! Tıpkı şimdi söylediğin gibi, “vita” yaşam, “mori” ölüm demektir ve bu isim Latince’de bulunmayan bir isimdir, aslında bir bakıma Vitamori’nin annesi onu doğururken öldüğünden babasının gönderme yaparaktan koyduğu bir isimdir. Evet dostum, ziyadesiyle ironik, zaten Vitamori’nin babasının değişik bir zekaya ve mizah duygusuna sahip olduğu söylenir. Bir yandan bir yaşam gelirken yanında başka bir yaşamı çekip götüren bir çocuğa bu ismi koymak cüretkârlığı… Ne ise, zaten az sonra da anlatacağım ve göreceksin, Vitamori cesaret konusunda babasına benzer, her ne kadar bu özelliğini ta en sonda anlayacak olsa da.

Evet, Vitamori Büyük Theseus’un Atina’dan Amazonları bulmak üzere İskitlerin memleketine doğru yola çıktığı senenin bahar aylarında doğdu. Babası Atina’ya Anadolu’dan göç etmiş bir duvar ustasının oğluydu, Apollo’ya tapardı. Sanatkâr bir adam idi Thermoplai’li Kryzos, evet dostum adı bu idi ve babasının yani Vitamori’nin dedesinin Atina’ya göçüşü sırasında Thermoplai’de yani Leonidas’ın büyük savaşını verdiği Ateş Geçitleri’nde doğduğu için bu oralı olarak bilinirdi, metal işleri ustasıydı. Efendim? Hayır, dostum silah üreticisi değildi. Aslında mesleğe öyle başlamıştı, sonradan içindeki sanatkâr ruh kabarmış ve kendisini asillerin evleri için metalden süslemeler yapmaya adamıştı. Evet dostum, tıpkı söylediğin gibi ferforje diyorlar Kryzos’un yaptığı işlere şimdilerde.

Annesini ve onun kökenlerini ise kimse bilmez Vitamori’nin. Şaşırdığını görüyorum, şaşırma dostum; Efendi Kryzos garip bir adammış, zira karısını çılgınca bir aşkla severmiş ve Vitamori’nin -yani Efendi Kryzos ile hanımının ilk ve tek çocuğunun- doğarken evin pek sevgili hanımının canını götürmesi ile birlikte evin efendisi, Kryzos, yeni vefat eden eşinin adının evde anılmasını kesinlikle yasaklamış. Hâsılı, Hades’in pek meşum Styx’inden geçip İdea’ya geçtiğini inanmış Kryzos eşinin hep, olur ya birisi onun adını anarsa İdea’da yaşayan özünün rahatsız olacağını düşünürmüş. Sonraları yaşlanıp meczuba döndüğünde sayıklamalarından anlaşılan birkaç mantıklı parçayı seçebilenler göçmüş karısının hayali ile konuştuğunu, bazen apış arasını tutarak kaçarken çığlık çığlığa bağırdığını, bazen de sessiz sessiz ağlayıp özür dilediğini anlatır olmuşlar tüm Atina’da.

Burada anlatıcım durdu, cebindeki sigara paketini çıkardı. Konstantin filmindeki Keanu Reeves’i hatırlatıyordu bana tavırları, sanki yüzyıllardır sigara içer gibiydi. Teklifsizce silkeledi paketini, boştu. Paketi buruşturdu ve iki metre önde birkaç kıza kur yapmakta olan sivilceli iki gence atacak gibi yaptı, gülümsedi. Başının üzerinde yarım daire tur attırdı buruşmuş pakete, boş bira bardağının içine bıraktı, bana baktı. Hiç ikiletmedim bakışını, masanın üzerindeki paketimi alıp ona bir sigara uzattım, teşekkür eder gibi baktı bana, başımı eğdim, kabullendim. Onun gibi olabilmeyi diledim, onun anlatış gücüne sahip olabilmeyi, ona onun gibi davranabilmeyi. Bildiğim şeyleri anlatabilmeyi istedim ona, bu türkü barın geçmişini anlatmak istedim mesela, solistin yakın arkadaşım olduğunu söylemek istedim, halay çekenlerin arkasından bir görünüp bir kaybolan ve telefonla konuşan adamı üç yıldır tanıdığımı, eski sevgilisinin sürekli adamı taciz ettiğini, acı çektirdiğini söylemek istedim. Müstakbel doğum günü kızına âşık olduğumu zannettiğim zamanlar olduğunu anlatmak istedim, kızı seçtim kalabalıkta bu anda, sarhoşluğunu, yarı akmış rimellerini, yüzündeki aptal sırıtışı gördüm, vazgeçtim. Anlatıcım bana -bir miktar da olsa- saygı duymuştu zira bazı şeyleri bildiğimi zannetmişti, onlardan biri olduğumu düşünürse hikâyesini anlatmaktan vazgeçebilirdi. Korktum. Sigarasını yakışını izledim, hareketlerindeki yavaşlığı; duman, bira ve ter kokusu ile dolu bu izbe bardaki asilzade tavırlarını. Adını bile bilmiyordum, bildiğim tek şey bana bir şeyler anlatmış olduğu ve anlatacak olduğu idi. Yaklaşan garsona iki tane daha bira getirmesini söyledim anlatıcıma bakmadan; ona döndüğümde gülümsüyordu. Acaba sofist miydi bu adam? Sormalı mıydım? Hayır, sorgulamak yoktu; bu kez değildi en azından.

Dostum, lütfen bana karşı çekingen davranma. Hayır, hayır. Bakışlarından fark ediyorum bunu, yüceltme beni. Lütfen, itiraz etme. Ben de buradaki diğer herkes gibi sıradan bir adamım, belki biraz nihilistimdir, o da meşhur Bazarof kadar değil elbet. Haha! Bazarof’u da biliyorsun, dostum, inan bana sen tahmin ettiğinden çok daha değerlisin benim gözümde. Bak şu kalabalığa bir, alkolle kendinden geçen kızları şimdiden aralarında paylaşmış olan adamların sinsi bakışlarına bak. Daha da beteri, kızların pembeleşen yanaklarındaki davetkar ifadelere, yüzlerindeki gülümsemelere dikkat et. Muhtemelen çoğu yarın sabah başka bir adamın yanında uyanacaklar, sevgililerine mesaj atıp kız arkadaşlarında kaldıklarını söyleyecekler, birkaç akşam içinde de sevgilileri ile sevişecekler. Dünya böyledir dostum! Senin şu anda benim yanımda bulunuyor olman bile o insanlardan olmadığını ispatlar bana zaten, müsterih ol o yüzden lütfen. Nerede kalmıştım? Hah, evet, ailesinden bahsettim en son müstakbel kahramanımız Vitamori’nin, şimdi sıra kendisinde. Dostum, Vitamori tamamen kendi imkânlarıyla büyüdü. Efendi Kryzos, her ne kadar o zamanlarda bir bakıcı tutmak gayet moda olsa da, oğlu için bir bakıcı tutmayı reddetti; aslında ilgilenmedi demek daha yerinde olur. Vitamori ile ilgilenen iki kişi vardı sadece, birisi -aynı zamanda sütanneliğini de üstlenmiş olan- evin temizlik işlerine bakan Eleni idi, diğeri de sürekli Amazonlardan ve onların trikonai’lerinden bahseden tek kollu kahya Salis. Takdir edersin ki Atina’nın alt seviye olarak kabul edilen cemiyetinden iki insandan, bir çamaşırcı ve bir çenesi düşük ihtiyardan öğrenebilecek çok şey yoktur. Vitamori de çok şey öğrenerek büyümedi dostum, ne özel hocalardan cebir, geometri, felsefe yahut astroloji dersi aldı, ne de herhangi bir yabancı dil öğrendi. Yunanca konuşabilirdi sadece, bir de geveze Salis’ten öğrendiği Amazon dilindeki birkaç sözcüğü bellemişti. Müzikten anlamazdı, sadece kafasında melodiler dolandığını zannederdi çoğu kez.

Hiç aşık olmadı Vitamori, sadece bir keresinde yaklaştığını düşündü, kız ona önce yüz verir gibi yaptı sonra sırtını dönüp gitti. Üzüldü önce Vitamori, sonra düşündü ve üzülmekten vazgeçti. Hedonizm yaygındı o zamanlarda dostum, kendini onlara teslim etti kahramanımız. Aslında acıdan daha fazla keyif alırdı Vitamori, hatta birkaç kez yazmaya çalıştığında hep acıdan söz etti. Sade’nin birkaç binyıl geç kalmış olmasıdır muhtemelen Vitamori’nin mazoşist olmamasının tek sebebi. Diğer mit kahramanlarının aksine büyüdükçe dünya gezme isteği falan doğmadı Vitamori’de, -evet, hayret uyandırıcı değil mi?- o büyüdükçe dünya onun etrafında küçüldü, dünyadan ve sevdiklerinden vazgeçmeye başladı. Hiçbir iş gelmezdi elinden, vazgeçmesinin en büyük sebebi de buydu muhtemelen.

Doğum günü kızı masamıza yaklaşıyordu. Yüzündeki pis sırıtıştan anlamış bulunduğum üzere, tek derdi onunla ilgilenmemdi. Bana geliyordu, geliyordu. Aklıma “Akuma” geldi sadece, memeleri olan bir “Akuma”. Yanımda durdu. Bana önceleri muhteşem gibi gelen parfümü teriyle karışınca sidik kokusuna dönmüştü, leş kokan nefesini kulağımda hisseder olmuştum. Pis bir elektriği vardı. Kötü. Aklıma sadece negatif şeyler gelebiliyordu. İyice eğilmişti, sola doğru döndüm, akmış rimeller karşımda duruyordu. Boya. İğrenç. Sırıttı, gülümsedim. “Benimle dans etmeyecek misin?” diye sordu, “hayır” diyemedim. Gayrı ihtiyari anlatıcıma döndüm, iğneleyen bakışlarla “ başka adam olmaktan bu kadar korkma dostum” dedi, kalktım. Reddedemiyordum. Onu istiyordum. Piste çıktık, yavaş bir parça çalıyordu. “Dans etmeyi bilmem derdim ama, biraz bilirim, o yüzden şansın yok” dedim, gülümsedi. “Merak etme, sen kendini bana bırak ben seni idare ederim.” dedi. “Salak” dedim içimden, “Salak!” onu ilgilendiren tek şey onunla dans etmemdi, cümlelerimi bile sonuna kadar takip edemiyordu. Ellerimi tuttu, beline koydu, kendi ellerini ensemde doladı. Çok içmişti. Vücudunu bana yapıştırdı. Ne yapıyordu? Ne yapıyordum? Kalçalarını hareket ettiriyordu. İçmiştim. İzin vermeyecektim. Bu hikâyenin sonunu biliyordum, bana lazım olan Vitamori’nin hikâyesinin sonuydu. Dans etmeyi yeni öğrenen bir ayı gibiydim, ayaklarım yanmasındı tek isteğim, paytaktım, anlatıcımı seçmek için masalara bakıyordum, kalça hızlanıyordu, ben küçülüyordum. “Ne oldu, böyle değildin sen? Aklın başka yerde sanki, sadece anın keyfini çıkarsana, ne güzel işte Carpe Diem” dedi, “Siktir” demek istedim, sadece gülümseyebildim, “yorgunum” çıktı dudaklarımın arasından. Başını boynuma gömdü, beni baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyordu.

- Seni istiyorum.
- Ne?
- Duydun işte, seni istiyorum.
- Şimdi mi?
- İçeri geçelim mi?
- İçeri?
- Tuvaletlere.
-…

Elimden tutuyor, beni tuvaletlere götürüyor. “Amerikan filmlerinden fırlamış gibiyiz, tek eksiğimiz kapıda sızan keşler” diye düşünüyorum gayri ihtiyari. Geriye dönüp anlatıcımın yanına gitmek istiyorum, bir bakış fırlatıyorum karanlık masalara, karşılık gelmiyor. Uslu bir çocuk olup takibi sürdürüyorum. Tuvaletin kapısını açıyor, içerisi boş. “Güzel” diyor, bir kabine giriyor, beni de içeri çekiyor, kapıyı kapatıyor. Bu kez büyüyorum. Dudaklarıma yapışıyor, pis kokuyor, pis kokuyorum. Akış sallanmaya çalışıyor, akış bozuluyor.

- Dur.
- Sorun ne?

Soluk soluğayız, eli pantolonumda, elini tuttum, geri çektim. Sırıtma sırası bu kez bendeydi. Hayatımda ilk defa bir kadına dilediğimi söyleyecek kadar özgür hissettim kendimi. Çenesinden tutup başını kaldırdım, yüzüne baktım. Bu kez patron bendim.

- Kusura bakma ama seni bu gece becermeyeceğim. Daha önemli işlerim var.

Beton etkisi. Yüzüme doğru gelen bir tokat, elini tutuyorum,

- Siktir git fahişe, dışarıda bir alay adam var, git onlardan birine ver.

Dünyanın kralı benim. Çırpındı, ittim, bana zarar vermek istedi, izin vermedim. Gücümün farkındayım. İtip klozete oturttum, kafasını sifona vurdu, sersemledi. İlgilenmedim, çıktım, anlatıcımı bulmam lazımdı. Masama gittim, kimse yoktu. Sersemledim. Adam kaybolmuştu. Yan masadakilere sordum, “beş dakika önce çıktı” dediler. Panikledim. Kapıya seğirttim. Bahar havası yüzüme çarptı, deniz kokusu burnumda, ışıklar gözlerimde, ve yıldızlar, ah yıldızlar, ani keskin bir acının yıldızları.

Kafamın arkasına kırılan şişeyi hissediyorum. Anlatıcım. Güç bela dönüp sırtüstü yattım, sol elindeki sigarasından bir nefes çekti, sağ elindeki şişeyi inceliyordu. “İnsanoğlu ne kadar garip ve güç ne kadar değişken bir kavram değil mi?” Sadece inleyebildim. Anlatılanlar yoktu artık, Vitamori de yoktu. Sadece acı ve dinginlik. Kafamın arkasındaki ıslaklığı hissettim. Klozetteki yarı baygın fahişe geldi aklıma, sırıttım. Kaburga kemiklerimin üzerine basan bir ayak. Nefessiz kaldım, muhtemelen ölecektim. “İşte Vitamori budur dostum, yaşam ve ölümün arasındaki adam. Oraklı ve siyah kukuletalı adam, öldüren melek. Yaşayan kimse bilmez hikâyesinin devamını, sadece ben ve yanımda götürdüklerim bilirler. Ama sen bu hikayeyi öğrenemeyeceksin, şimdi değil. Ölmene daha var, sanırım yukarıdaki bu eğlenceme ses çıkarmaz, ara sıra kaçamak yapmak benim de hakkım.” Saçmalıyordu. Azrail? Kimdi bu adam? Derin bir nefes aldı, bacaklarımdan tuttu, beni havaya doğru fırlattı. Gayri ihtiyari cenin pozisyonu aldım havada, akış tekrar devreye giriyor, dönüyorum, frekanslar, sinyaller birbirine karışıyor; kendimden geçiyorum. Salis’e ne oldu acaba? Dönerek aşağıdaki evlere yaklaşıyorum, bir tavandan geçiyorum, dur bir dakika, bir kadın doğum yapıyor; kırmızı bir bebek, küçülüyorum, nefessiz kalıyorum, beyaz, bembeyaz, sessizlik, ölüm?

Ağlayan bebek sesleri doğumhanede yankılanırken bitap durumdaki annenin kucağına yeni doğmuş bebek tutuşturulur;

- Tebrikler, nur topu gibi bir oğlunuz oldu. İsim düşündünüz mü hiç?
- Eren, Eren olsun ismi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...