Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Bedir Savasi


TheDukeWillIAm

Öne çıkan mesajlar

BEDIR SAVASI


Bedir Savaşı, İslâm'ın gelişinin 15'inci, hicretin ikinci, miladın 624'üncü yılında Medine'ye 80 millik mesafedeki Bedir köyünde meydana geldi. Kâfirlere karşı korunmak ve Allahü Teâlâ'nın dinini yaymak için verilen savaş izninden sonra yapılan ilk gazâ olan Bedir'in; tarihteki yeri çok büyük ve mühimdir.
Müslümanları Medine'de de rahat bırakmayan, tehdit mektublarıyla şehirde huzuru bozan, yakın yerlere kadar gelerek yağmacılıkla mal emniyetini sarsan Kureyş müşrikleri harbe hazırlanıyorlardı. Bunun için Ebû Süfyan idaresinde büyük bir ticaret kervanını Şam'a göndermişlerdi. Elde edilecek gelir ile silahlarını ve kuvvetlerini iyice arttırmak istiyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselâm Ramazan ayı içerisinde, Kureyş kervanının halini anlamak ve hazırlık olmak için sahabileriyle beraber Medineden çıktı. İslâm Ordusunda ilk defa Medine'li ensâr da yer almıştı. Müslümanların bu hareketini haber alan Ebû Süfyan, kervanının korunması için Mekke'ye haber saldı. Mekke'de koparılan yaygara üzerine büyük bir kâfir ordusu yola çıkarıldı. Müminlerden önce gelerek Bedir'de su başını tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselâm bir savaş maksadıyla çıkmamıştı. Ancak Kureyşlilerin bu kötü niyetleri karşısında sahabileriyle görüştü. Onların fikirlerini, düşüncelerini öğrendi. Buraya kadar sokulmuş bulunan düşmana karşı konulmasında birleşildi. Sahabiler Fahri Kâinat Efendimize sonuna kadar bağlılıklarını bildirdiler.
Ebû Süfyan ticaret Kaafilesini sahilin kestirme yollarından geçirerek tehlikeli bölgeden uzaklaştırmıştı. Kervanı kurtardığını Kureyşlilere de bildirmişti. Ancak müslümanlarla savaşmak, onların birliğini dağıtmak için çoktan beri fırsat arayan müşrikler geri dönmediler. Sayı ve silah üstünlüklerine güvenerek müslümanları ortadan kaldırabileceklerini sandılar.
Tarafların Kuvvetleri Kureyşliler saldırarak, müminler ise kendilerini koruyarak savaşa başlayacakları sırada kuvvet dengesi birbirinden hayli farklıydı. Ebû Cehil'in kumandası altındaki kâfirler, 100 atlı, 700 develi, geri kalanı yaya olmak üzere 950 kişiydi. Çoğu zırhlı ve ağır silahlarla donatılmıştı.
Müminler ise 3 atlı, 70 develi 313 yiğitti. Hayvanlara nöbetleşe biniyorlardı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmın kızı olan, zevcesi Hazreti Rukayye'nin ağır hastalığı sebebiyle Hazreti Osman gibi bir kaç sahabîye izin verilmişti.
Bedir'de, şimdiye kadar kan ve başka anlaşmazlıklar için çarpışan Arap kavmi, ilk defa din uğruna savaşıyordu. Bunun içindir ki, iki tarafın askerlerinden çoğu birbirlerinin en yakınıydı. Müslümanların sancağını Hazreti Mus'ab, kâfirlerin bayrağını kardeşi Ebû Aziz taşıyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâmın amcalarından Hazreti Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas düşman safındaydı. Yine damadlarından Hazreti Ali yanında iken; diğeri, Hazreti Zeyneb'in kocası Ebû Âs kâfirler arasındaydı. Hazreti Ebû Bekir'in oğullarından Hazreti Abdullah yanında, Abdurrahman ise karşısında bulunuyordu. Diğerlerinin yakınları da bunlar gibiydi.
Savaş Başlıyor (M. 13 Mart 623 - H. 17 Ramazan 2) Hazırlıklardan sonra, iki ordu 17 Ramazan'a rastlayan Mîlâdî 13 Mart 624 Cuma günü sabahı karşı karşıya geldi. Peygamberimiz Aleyhisselâm müminlerin orucunu bozdurdu. Gece yağan yağmurla su ihtiyaçlarını da karşılamışlardı. Çünkü su kuyusu kâfirlerin elinde bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm Allahü Teâlâ'ya dualarda bulunuyor, yalvarıyor, müminlere müjdeler veriyordu. Müslümanların da kendilerinden üç misli fazla düşman karşısında, maneviyatı artıyor, gayretleri çoğalıyordu.
Hazreti Abdullah b. Cahş seriyyesinde öldürülen Amr'ın kardeşi Âmir, bir ok atarak Hazreti Ömer'in âzadlı kölesi Hazreti Mihca'yı şehîd etti. İslâm yolunda savaşta, ilk düşen şehîd o oldu ve çarpışma da böylece başladı. İlk hücumu ve öldürmeyi kâfirler yapmış, müminler de karşılık vermek zorunda kalmış oluyorlardı. O zamanın âdetine göre, Kureyşliler ortaya üç kişi çıkardı. Müminlerden de Hazreti Hamza, Hazreti Ali ve Hazreti Ubeyde karşılık verdiler ve düşman kâfirleri yere serdiler. Artık savaş, iyice kızışmış, Kureyşliler korkunç bir saldırıya geçmişti. Müminler iman kuvvetiyle karşı koydular ve büyük bir azimle dayandılar. Sonunda Allahü Teâlâ'nın yardımına kavuştular.
Zafer Müslümanların Savaşın sonunda kâfirler bozguna uğramış, galib gelenler Allah ve Rasûlüne inananların olmuştu. Aralarında Ebû Cehil gibi büyük kâfirlerin de olduğu 70 Kureyşli öldü, 70 kişi de esir düştü. Canını kurtArapilenler de ölülerine, mallarına bakmadan kaçtı. Müminler jse 14 şehîd verdi, bol ganimet aldı. Peygamberimiz Aleyhisselâm esirlere hoş davranılmasını emretti. Kâfirlerin ölüsünü ise bir çukura doldurttu. Haber Mekke'ye ulaşınca kimse inanamadı. Şehir halkı mateme büründü. Savaşa gelmeyen ve yerine paralı asker gönderen Ebû Leheb, bir hafta sonra kahrından öldü.
Müslümanlar büyük ve mühim bir zafere kavuştu. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmın kızı Hazreti Rukayye'nin ölüm haberi gelmekle, sevinmeleri uzun sürmedi. Savaşta alınan ganimetler eşit şekilde sahabîlere dağıtıldı. İzinli olanların hakkı da verildi. Esirler ise kurtulup paraları ödettirilerek serbest bırakıldı. Kurtulma parasını bulamayan kâfirlere ise mühim bir hak tanındı. Ensâr çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğreterek kurtuldular. Bazıları ise hallerine göre karşılıksız salıverildi. Esirler hakkındaki bu güzel davranış, çoklarının îman etmesine yol açtı.
Zekât Ve Oruç Farz Kılınıyor (M. 623- H.2) Hicretin ikinci senesinde mühim dinî hükümlerden bir kısmı daha emrolundu. Bunlar, oruç, fıtır sadakası, zekât, kurban, Ramazan ve Kurban bayramları namazlarıdır. Ramazan orucu, Bedir gazasından önce Şaban ayında farz kılındı. Ayrıca fıtır sadakası da emrolundu. Ramazan ve Kurban bayramları namazları ve bu bayram günlerindeki beş vakit namazdan sonra tekbir getirmek vâcib oldu. Zilhicce ayında kurban kesmek vacip zekât da, farz kılındı.
Kaynuka Yahudileriyle Savaş (M. 623- H.2) Müslümanların Bedir zaferini kazanarak kuvvetlenmesi, yahudilerin hoşuna gitmedi. Kıskançlıkları iyice artarak huzursuzluk çıkardılar. Daha önce müminlerle yaptıkları andlaşmayı da bozdular. Kendilerine güvendikleri ve Kureyşlilerden üstün gördükleri için savaşa hazırlandılar. Bir yahudi kuyumcunun dükkanına gelen bir mümine kadının hakarete uğraması ile iş alevlendi. Hakaret eden yahudi ile mümine kadını korumaya gelen müslümanın öldürül mesiyle savaşa girilmiş oldu.
Hemen Kalelerine çekilen ve savaşa başlayan yahudiler, Peygamberimiz Aleyhisselâmın sulh tekliflerini reddettiler. Bunun üzerine kale kuşatıldı. 15 gün kuşatma altında kalan yahudilere, umdukları yardım gelmedi. Sonunda teslim olduklarını açıkladılar. O zamanın savaş kanunlarına göre, teslim olanlar öldürülebilirdi. Ancak münafıklardan araya girenler oldu. Peygamberimiz Aleyhisselâm fitnenin büyümemesi için ricaları kabul etti. 700 kişilik Kaynuka Oğulları yahudileri canlarını kurtarıp Suriye'ye sürgüne gittiler. Ele geçen ganimet askerlere dağıtıldı. Topraklar da ihtiyaç sahibi müminlere verildi.


http://mitglied.lycos.de/muslimmm/tuerkce/siyerinebi/0000009239006352f.htm
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

BEDİR GAZVESİ

İslâm devletinin Medine'de kurulmasından sonra müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ilk savaş. Bu savaşa, yapıldığı kasabanın adıyla anılarak, Bedir Gazvesi denilmiştir.

Bedir kasabası Medine'nin 120 km. kadar güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden biri idi. Bedir halkı kasabalarına uğrayan ticaret kervanlarına verdikleri hizmetler karşılığında elde ettikleri kazançlarla geçinirlerdi. Ayrıca her yıl Zilkade ayında burada kurulan bir panayır kasaba halkına önemli gelir sağlardı. Bedir kasabasının İslâm savaş tarihinde önemli bir mevkii vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) müşriklerle çarpışmak üzere buraya üç defa gelmişti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Savaşa henüz izin verilmediği dönemlerde Mekkeli müşrikler müslümanlara saldırılarına devam ediyorlardı. Fakat hicretin altıncı ayından sonra cihat izni verilince artık müslümanlar kendilerini ve İslâm devletini koruma imkânı bulmuşlardı. Bir ara müşrikler o sırada henüz müslüman olmamış olan Kürz b. Câbir'in kumandası altında bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldırtmışlardı. Kürz ve yanındaki müşrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanların sürülerine saldırmış ve yağmalamışlardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Medine'de Zeyd b. Hârise'yi devlet başkanlığına vekil tayin edip bir grup müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarını takip eden Hz. Peygamber, müşriklerin izlerine rastlamayıp Medine'ye geri döndü. Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Peygamber, hicretin ikinci yılında Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'ı başlarında bu sefere çıkmıştı.

Müslümanların her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret etmeleri müşriklerin İslâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemişti. Hatta müslümanların Medine'de devletlerini kurup yerleşmeleri Mekkeliler'e çok ağır gelmişti. Müşrikler İslâm'ın bu başarısını hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramağa başladılar. Hicretten önce Abdullah b. Übey b. Selül adındaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarının ve destekçilerinin büyük bir kısmı müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'i şehirlerine davet edince, artık burada bir Arap devleti değil İslâm devleti kurulmuştu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey, etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse de asla içten iman etmemiş, münafıklıklarını sürdürmüşlerdi. Bunu fırsat bilen Mekkeli müşrikler eski dostları olan İbn Übey'e bir mektup yazarak şöyle demişlerdi: "Siz bizimkileri barındırdınız. Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız."

Hz. Peygamber ve arkadaşlarının Medine'ye gelmeleriyle krallığı engellenen Abdullah b. Übey, etrafındaki münafıklarla İslâm'ı içten yıkmağa çalışıyordu. Onun gayesi gayet açık idi. Krallık isteyen bir adam İslâm devletinde ve Peygamber'in başkanlığında barınamazdı. Münafıklar, dünya ve dünya çıkarlarının peşine takılmış müşriklerle işbirliği yaparak, İslâm'ın Medine'deki hâkimiyet ve devletini yıkmağa çalışıyordu.

Müslümanlar, müşriklerle münafıkların kurdukları bu işbirliğini haber aldılar. Mekkelilerin gönderdiği bu mektup onların ve Medine'deki münafıkların gayelerini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

O bakımdan, müslümanlar çok dikkatli idiler. Bu düşmanlardan gelebilecek saldırıya hazırdılar. Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler, Kureyş'in ticaret kervanına engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle barış anlaşmaları yapıp, Medine-i Münevvere'nin güvenliğini sağlıyordu.

Hamza b. Abdülmuttalib, Ubeyde b. Hâris ve Sa'ad İbn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin başında görev yapmışlardı. Bunlar kan dökmemeğe dikkat ediyorlardı. Yalnız Abdullah b. Cahş (r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düşmanla çarpışan ilk İslâm seriyyesidir. Bu hadisenin savaşılması haram aylardan Recep ayının son gecesinde olması, müşriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu olay üzerine, haram aylarda savaşmak hakkında aâyetler nazil oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verileceğine dair müjdeler vardı. Ve hemen ardından da savaşa izin veren ayetler geldi.

"Kendileriyle savaşılan (mü'min)lere izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir. Ve Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. " (el-Hacc, 22/39).

"Ey inananlar, korunma tedbirleri alın; bölük bölük veya hep birlikte savaşa gidin." (en-Nisâ, 4/71).

"(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne yaptıklarını görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)

Bu ayetler, müslümanları, müşriklerden yıllarca gördükleri işkencelere karşı intikam almaya teşvik ediyor; zalimlerden, Allah'ın hâkimiyetini gasba yeltenmiş müstekbirlerden bu hâkimiyetin alınarak Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait olduğunun onlara gösterilmesini istiyordu. Bunun için de müslümanların gerekli tedbirler alarak ve korunarak savaşmalarını istiyordu. Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-ı Hakk'a aitti. Eğer insanlara ve Resule ait olsaydı zaten onlar yıllarca önce savaşmak ve zulme isyan etmek istemişlerdi. Ancak, zulme isyan Allah'ın ölçülerine ve rızasına uygun yapılmalı ve bir zulüm kaldırılırken yerine başka bir zulüm ikame edilmemeliydi. İşte Medine'deki İslâm toplumu bunu anlıyordu. Müslümanlar işte bunun için müşriklerle savaşmayı göze almışlardı.

Mekkeli müşrikler defalarca müslümanları tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebû Süfyân'ın da ortaklığıyla oluşturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s.), durumu ashabıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bu kararın uygulanması aşamasına gelindiğinde Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureyş'ten yardım istedi.

Ebu Cehil bu fırsatı kaçırmak istemediğinden Kâbe'ye koştu. Müşrikleri müslümanlara karşı savaşa teşvik etti. Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında bağırttı. Eli silâh tutan herkes bu müşrik ve putperest orduya katıldı. Hatta Resulullah'ın müşrik olan amcası Ebu Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta olduğu için yerine ücretle bir kiralık asker gönderdi.

Resulullah hicretin ikinci yılı Ramazan ayının sekizinci günü Abdullah İbn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yaşlı ve hastalara namaz kıldırmak üzere görevlendirdi. Yahudilerin karışıklık çıkarmasından şüphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin başında vekil bıraktı.

Müslüman ordusunun sayısı üçyüzbeş kişi idi. Bunların seksenüçü Muhacirlerden, altmışbiri Evs'den, geri kalanları da Hazrec kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnızca Osman b. Affân (r.a.), hanımı Resulullah'ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için Medine'de kalmıştı. Kendisi de ayrıca rahatsızdı.

Müslümanların yalnız üç atları ve yetmiş develeri vardı. Bineklerine sırayla binmek zorundaydılar. Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların büyük hazırlıklarla gelen Mekke ordusuna karşı koyacak kadar askerleri yoktu. Buna hazırlıklı da değillerdi. Resulullah ashabıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr ise, Akabe beyatında verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'ı koruyacaklardı. Şimdi ise Medine dışında idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan Sa'd b. Muaz şöyle dedi:

"Ya Resulullah, biz sana inandık. Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu tasdik ettik. Artık siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen Allah hakkı için artık denize girersen, seninle beraber biz de gireriz. Hiç birimiz geri kalmayız. Biz düşmana karşı durmaktan çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız. Bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'ın bereketini dileyerek istediğiniz tarafa yürüyünüz."

Resulullah (s.a.s.), ashabının bu birlik ve beraberliğine çok sevindi. Allah'a hamd ile, müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu.

Ebu Süfyan, müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklaşmıştı.

İslâm ordusu, kumluk bir araziye konakladı. Müşrikler ise Bedir kuyularını tutmuşlardı. Gece yağan yağmur, hem araziyi pekiştirdi, hem de müslümanların su ihtiyacını giderdi. Bu Allah Teâlâ'nın onlara bir yardımıydı.

Daha sonra, buraları çok iyi tanıyan Habbâb b. Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhı değiştirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun yararına geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak istemediğinden kendisine ordunun gerisinde bir çadır kuruldu. Çadırının kapısında Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.

Mekkeli müşrikler zırhlar içinde idi. Sayıları bin kişiye yakındı. Bunun yüz kadarı süvari yedi yüzü develi ve geri kalanı piyade idi. Bu sayı İslâm ordusunun üç katı idi.

Ordular ibret alınacak bir dağılım sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamlı bir savaşa tanık olmamıştı. Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (r.a.), diğer tarafta müşrik saflarında yer alan oğlu Abdurrahman; bir tarafta müşrik ordusu komutanı, Utbe b. Rabia, karşısında oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'ın amcası Abbas ile Hazreti Zeyneb'in eşi ve Resulullah'ın damadı Ebu'l As, müşriklerin arasındaydı. Akîl ise kardeşi Hz. Ali'ye karşı müşrik ordusunda yer almaktaydı.

Bu sırada Ebû Süfyan'ın kervanının Mekke'ye ulaştığı haberi geldi. Ebu Süfyan müşriklere bir haber göndererek, "Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Artık savaşmadan geri dönünüz" dedi. Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savaşma kararı alanlar çoğunluktaydı. Ebû Cehil, "Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek" diyordu.

Bu ordu, İslâm'ın tek ordusuydu. Eğer bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'ın hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın, vadettiğin yardımını bugün lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarına devam etti. Bu sırada da şu mealdeki vahiy gelmişti:

"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır. " (el-Kalem, 68/45).

Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini istemediğinden Ömer b. el-Hattab'ı elçi olarak müşriklere gönderdi. Onlar savaş konusunda kararlı olduklarından Resulullah'ın bu şerefli elçisinin tekliflerini dinlemediler. Kur'an bir başka ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli müşriklerin cezalandırılmasını talep etmektedir:

"Onlar, (insanları, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakıcısı ve koruyucusu olmadıkları halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir. Fakat çokları bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).

Bu harpten itibaren, Kur'an-ı Kerîm'de, girişilen bütün savaşlarda müslümanların yanıbaşında çok sayıda meleğin savaşa katıldığından bahsedilir. Ancak Bedir savaşı ötekilerden bir farklılık gösterir.

"O zaman sen müminlere.' Rabbinizin size indirilmiş üç bin meleği ile yardım etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah' dan) korkarsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz, size nişanlı beş bin melek ile yardım eder", Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı.

Yardım, daima galip ve hikmet sahibi Allah katındadır. " (Âli İmrân, 3/124-126).

17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularına doğru ilerledi. Müslümanlar bu kuyuların başına kâfirlerden önce ulaşmışlardı. Müşriklerin tarafındaki kuyular tamamen kapatılıp tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düşmanın kendi tarafındaki bir kuyudan su almalarına müsaade etmiştir. Cahiliye adetlerine göre savaşı iyice kızıştırıp heyecan doğurmak için gruplar öne adam çıkararak birbirlerine meydan okurlardı. Müşrikler tarafından Esved adındaki şahıs ortaya çıkıp er istemiş, buna karşı Hz. Hamza çıkarak onu derhal öldürüvermişti. Bunun üzerine Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid ortaya atıldılar. Bunların karşısına Medineli gençlerden üç kişi çıkınca, kim olduklarını sormuş ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi.

Kureyş kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çıktılar. Hz. Hamza ile Hz. Ali hasımlarını derhal öldürdüler. Ubeyde ise hasmını yaralamış kendisi de yaralanmıştı. Onun yardımına koşan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi öldürüp yaralı arkadaşlarını müslümanların karargâhına taşımışlardı. Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldırıya geçtiler. İkindiye doğru müslümanlar tarihin kaydettiği büyük zaferlerden birini gerçekleştirmişlerdi. Savaş sona ermişti. Müslümanların, İslâm'ın ve özellikle Hz. Peygamber'in en büyük düşmanı Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden çok kimse hayatını kaybetmişti. Müşriklerden tam yetmiş kişi öldürülmüştü. Müslümanlar ise on dört şehid vermişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren bu ilk şehitleri toprağa verdi. Müslümanlar Kureyş'in ölülerini de yerde bırakmayıp açtıkları bir çukura gömdüler.

Mekkeli müşriklerden bir miktar esir alındı. Ama henüz Cenâb-ı Allah esirler hakkında hükmünü bildirmemişti. Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan bazıları bunların derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakın müslüman akrabalarının bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta Hz. Ebu Bekir olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu. Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri istendi. Esirler müslümanlar arasında dağıtıldı.

Hz. Peygamber onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara giyecekler verildi. Bu esirler müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı. Esir alınanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmiştir. Çünkü bunlar Mekke'de inananlara yapmış oldukları zulümden dolayı idamı haketmişlerdi. Rasûlullah'ın, bu ilk askerî k
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 yıl sonra ...
×
×
  • Yeni Oluştur...